Önce bir not. Aşağıdaki yazım birkaç gün önce yazıldı. Ancak, Hürriyet'te Cüneyt Ülsever'in Recep Tayyip Erdoğan'la uzun röportajı çıkmaya başlayınca yazımı tuttum. İki günlük konuşmayı okuduktan sonra da yazımı aynen yayınlamaya karar verdim.
*
İki haftalık tatil de geçti. Ama konu hala güncel. Tayyip Erdoğan değişti, değişmedi? Takiye yapıyor, yapmıyor? Değiştiyse, bazı sorulara neden cevap vermiyor? Takiye yapmıyorsa, neden geçmişini eleştiremiyor? Sadece ve sadece "Ben değiştim!" demekle yetiniyor?
Kabak tadı mı verdi?
Hayır.
Recep Tayyip Erdoğan sıradan bir vatandaş değil. Türkiye'yi yönetmek için siyaset sahnesine çıkmış durumda. Bunun için AK Parti'yi de kurdu, başına geçti.
Fakat değiştiyse neden, nasıl değiştiğini bir türlü anlatmaya yanaşmıyor. Sorulardan kaçmaya devam ediyor. Bu arada nedense beni de referans noktasıymışım gibi gösteriyor. Ben tatildeyken Tuncay Özkan'la yaptığı bir uçak sohbetinde şunları söylemiş:
"Hasan Cemal 1968'deki Hasan Cemal mi? Hasan Cemal değişiyor da bana gelince olmaz mı? Ben de değiştim. İnsan için 40 yaş kemale erme yaşı. Olaylara daha akılcı ve duygulardan arınma yaşı. Ben de yaşam çizgim içinde geldim bu noktalara. Bu gelişte elbette ben de değiştim."
Böyle demiş Tayyip Erdoğan.
Evet, ben değiştim.
12 Mart askeri darbesinden sonra, yani otuz yıl öncesinden başlayarak değişime uğradı siyasal görüşlerim.
Demokrasiyi sevmezdim.
Sonra tek çıkar yol olduğuna inandım çok partili demokrasinin... Üstelik ben değiştim demekle yetinmedim. Oturup bunun kitabını yazdım. Niçin, nasıl değiştiğimi anlattım. Geçmişte yaptığım yanlışları ortaya döktüm. Hepsini tek tek eleştiri süzgecinden geçirmeye çalıştım. Bu değişimin fikri kaynaklarına inmeye gayret ettim.
Gelecek nesillere ders olabilir umuduyla yazdım bunları. Kendi siyasal kişiliğimdeki değişimi, bu ülkede çok yetersiz olan demokrasi kültürünün gelişmesine bir nebze katkı yapabilsin diye kitaplaştırdım.
Peki, Tayyip Erdoğan ne yapıyor?
"Ben değiştim!"
Ve bazı muğlak açıklamalar...
Hepsi o kadar.
Bu yüzden inandırıcı olamıyor. Takiye yaptığı kuşkusu güçleniyor. Oysa daha 1994'de, 1995'de, 1996'da yaptığı konuşmalar orta yerde. Kimileri teyp kasetlerine, kimileri video kasetlerine kayıtlı.
Daha dün bu lafları etmişsen, sonra da çıkıp Türkiye'yi yönetme iddiasıyla siyaset sahnesinde boy göstermişsen, o zaman sorarlar adama, bütün bunlar nedir diye...
Siyaset adamının geçmişi sorulur. Siyaset adamı geçmişinin hesabını vermek zorundadır. Hele Tayyip'inki gibi bir mazinin gizlisi saklısı olamaz.
Yıl 1995.
Refah Partisi'nin Ümraniye Teşkilatı'nın açılışında demiş ki:
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir demek, koskoca bir yalan!"
Demiş ki:
"Allah, kesin hakimiyetin sahibidir."
Demiş ki:
"Tutturmuşlar, laiklik elden gidiyor. Bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek. Sen bunun önüne geçemezsin ki."
Demiş ki:
"Birbuçuk milyarlık İslam alemi, Müslüman Türk milletinin ayağa kalkmasını bekliyor. Kalkacağız. Onun ışıkları gözüküyor. Bu kıyam başlayacak."
Bu sözler altı yıl öncesine ait.
Tarih, 14 Temmuz 1996.
Nilgün Cerrahoğlu'nun teybine kayıtlı Tayyip Erdoğan röportajı Milliyet'te çıkıyor.
"Soru: Abdullah Gül'le yaptığım konuşmada, 'İktidara geldiğimiz zaman İslam'a aykırı kanun kalkacak' demişti. Böyle mi olacak?"
Tayyip Erdoğan:
"Refah din değildir. Eşittir İslam değildir. Ama referansı İslam'dır. Referansımıza ters hiçbir şey yapmak ve yaşamak istemiyoruz."
Soru:
"Referansınıza ters kanun kalkacak mı?
Tayyip Erdoğan:
"Tabii. Kanunları da insanlar yapar."
Yine 1996'daki Milliyet röportajında demiş ki:
"Şu ana kadar demokrasiyi bizim gibi anlayan, bizim gibi yaşayan ve yaşatmaya gayret eden bir parti gelmedi. Ama demokrasi amaç mı, araç mı? Ha burada bizim bir ayrılığımız var. Biz diyoruz ki, demokrasi bir araçtır. Demokrasi amaç değildir."
Şimdi sormayalım mı?
Şeriat düzenini mi istedin? Devlet işlerinde din kuralları mı geçerli olsun istedin? Miras hukukunda, ticaret hukukunda kadının erkek karşısında eşit olmadığını savundun? Laik demokratik cumhuriyetin temel taşı olan kadın - erkek eşitliğine karşı mı çıktın?
Osmanlı dönemini mi özledin?
Atatürk'ü mü sevmedin?
Humeyni İhtilali'nden heyecanlandın mı?
İran benzeri böyle bir düzenin Türkiye'de de seçim sandığı yoluyla kurulmasını mı tasarladın? Bu yüzden mi, "Demokrasi amaç değil, araçtır!" dedin. Demokrasiyi ara istasyon saydın?
Bunun için mi "Referansım İslam'dır; buna aykırı her şey değişecek!" dedin?
Sayın Tayyip Erdoğan,
Daha yedi yıl önce böyle düşünüp de, şimdi değiştiyseniz, en azından bütün bu ve buna benzer sorulara televizyon ekranlarına çıkıp teker teker, içtenlikle cevap verirsiniz. Sizden farklı düşünenlerle tartışırsınız.
Bakın, ben kitap yazmakla da yetinmedim. Açık oturumlara, televizyonlara çıkıp bana kızanların sorularına cevap yetiştirmeye de çalıştım. Bir gün gece yarılarına kadar Hulki'nin Ceviz Kabuğu'nda neredeyse çarmıha gerdiler beni. Ama yine de sorulardan kaçmadım.
Size ne oluyor?
Hem Türkiye'yi yönetmeye soyunacaksınız, hem geçmişinizi saklayacaksınız. Yalnız "Ben değiştim!" demekle olmaz bu iş.
Olmuyor da.
Sadece "Hasan Cemal değişti; benim de değişmek hakkım değil mi?" demekle inandırıcı olamazsınız. Daha beş altı yıl öncesinin hesabını veremezseniz, sorarlar adama:
Mazinden mi korkuyorsun?
Yoksa yalan söylemekten mi diye...
* * *
Bütün bunlar 'düşünce polisliği' mi?
Tabii ki değil.
Ben insanların değişebileceğine inanırım. Ben herkesin fikirlerini olanca açıklığıyla savunmasından yanayım. Düşüncelerinden dolayı hapse atılmasına da karşıyım. Nitekim Tayyip Erdoğan'ın bir şiirden dolayı hapse girmesini, siyaseten ömür boyu yasağa çarptırılmasını eleştirdim.
Demokrasilerde 'düşünce suçu' olmaz.
Ancak demokrasilerde bir şey daha olmaz. Ülkeyi yönetmek için siyaset sahnesine çıkan kişilerin, özel hayat dışında, gizli saklısı da olmaz. Çünkü açıklıktır, şeffaflıktır demokrasilere damgasını vuran...
Sayın Tayyip Erdoğan,
Değiştim diyorsanız, siyasette inandırıcı olmak istiyorsanız, televizyon ekranları sizi bekliyor. Sorulardan kaçmayın, çıkın cevaplayın. Sizden farklı düşünenlerle, size kızanlarla konuşun, tartışın.
Hodri meydan!