Çeyrek finallerde hangi takımı tutacağım? Mesutçu ve Alamancı mı olayım? Peki ya eski göz ağrım İspanya, “yenilmez armada” ne olacak? Futbollu yazılar başlıyor...
Mesut Özil: Sükunet içinde bir yaratıcılığı var. Bir anda hızlanıyor. Alman futbol makinesi karşısında işi çok zor komşu Yunanistan’ın...
VARŞOVA
Futbol bu, bazen ağlar, bazen gülersin. Avrupa futbolunun patronu Platini’nin deyişiyle, her zaman en iyiler kazanacak diye bir kural yoktur futbolda.
Meşin yuvarlağa güven olmaz, deniz gibidir çünkü. Futbolun pek öyle adaletinin olduğu söylenemez.
Ama futbol belki de bunun için güzeldir, her türlü sonuca açık olduğu için...
Şu günlerde Polonya’yla Ukrayna’da dünya futbol topunun etrafında dönüyor.
Ne güzel.
Son yedi maça odaklanmış futbol kaçıkları sağda solda renkli futbol geyiklerine dalmış, toptan başka bir şey düşünemez olmuş durumdalar.
Futbolkoliklerin gözünde şimdilerde dünya koca toptan ibaret.
Ve duaları kulağıma çalınıyor:
Yarın başlayacak çeyrek finalden itibaren yıldızlar inşallah gol olup yağar gökyüzünden!
Kimi zaman iyi ki futbol var hayatımda diye düşünüyorum. Futbol olmasa dünya daha gri, kurşuni ve acımasız olurdu. Fransız romancısı Albert Camus’nun sözü bu...
Bazen öyledir ki, rüyanda bile futbol maçı görürsün. Brezilya’yla üç kez dünya kupası kaldıran tüm zamanların en büyük futbol efsanesi Pele diyor ki:
“Bunca yıl geçti, geceleri hâlâ futbol rüyası görmeye devam ediyorum. Karım, ‘Deli misin nesin, futbol topu tekmeler gibi tekmeledin beni’ diyerek uykumdan uyandırıyor beni...”
Kaleciye âşık olan futbol topunun hikâyesini biliyor musunuz?
Yeteneksiz bir kaleciymiş.
Ama futbol topu ona âşık olmuş. Böylece o yeteneksiz kaleci bir anda devleşip kalesinde gol yemez olmuş. Çünkü top, âşığı tarafından kucaklanmak istediği için, ağlarla buluşmak yerine her seferinde hemen o kalecinin kollarının arasına girermiş...
Çeyrek finaller başlıyor.
Hangi takımı tutacağım?
Lizbon’daki 2004 Avrupa Şampiyonası finalinde yazmıştım, 90 dakikalığına Yunanlıyım diye ve Yunanistan Portekiz’i devirip şampiyon olmuştu.
Almanya’daki 2006 Dünya Kupası’nda gönlüm Zinedine Zidane’dan dolayı Fransa’dan yanaydı. Ama Berlin’deki finalde rakibine attığı kafayla kırmızı kart görmüş ve takımını on kişi bırakınca da kupayı İtalya kaldırmıştı.
Avusturya ve İsviçre’de yapılan 2008 Avrupa Şampiyonası ise bir başka âlemdi.
Çünkü Türkiye vardı!
Arda’nın İsviçre karşısında, Nihat’ın Çek Cumhuriyeti karşısında, Semih’in Hırvatistan karşısında attıkları son dakika golleriyle, maçları son anda çevire çevire yarı finale kadar çıkmıştık.
Stadyumlarda hop oturup hop kalkmıştık. Fatih Hoca’yla milli topçularımız ne duygu fırtınaları yaşatmışlardı hepimize... Almanya’yla oynadığımız yarı final maçını ne yazık ki kıl payıyla kaçırmıştık.
Avrupa 2008 finalinde Almanya’ya karşı ve Dünya Kupası 2010’da, Güney Afrika’da Hollanda’ya karşı İspanya’yı tutmuş, ikisinde de kazanmıştım.
Bu kez hangi takım?
Mesut Özil nedeniyle Almanya’yı mı?
İki yıl önce Güney Afrika’da da bir ara Mesut’çu olmuştum.
Baygın baygın balık gibi bakan Mesut Özil bence tam bir sakin güç. Çok fazla gösterişi yok. Sükunet içinde bir yaratıcılığı var.
Bir anda hızlanıyor. Ayağına müthiş hâkim. Daracık alanda attığı kıvrak çalımlarla rakibini kaşla göz arasında geçiyor. Etkisiz bıraktıktan sonra da, savunmanın arasına yumuşacık, lokum gibi bir pas atıp Klose’yi, Gomez’i hiç beklenmedik bir anda gol pozisyonuna sokuyor.
Kısacası:
Yumuşacık bir ayak bileğiyle hızlı bir yaratıcılığı var, büyük topçu Mesut Özil’in...
İstediği vakit yırtıcı olabiliyor. Hiç beklenmedik anda çıkardığı şutlarla golünü de atıyor.
Ne demek istiyorsun?
Mesut’çu ve Alamancı mı olayım?
Löw’ün altı yıllık disiplinli ama komplekssiz ve sabırlı teknik direktörlüğünde tank gibi bir takım sahneye çıkmış durumda. Almanlar oynadıkları ‘hücum futbolu’yla kolay maç kaybedecek gibi gözükmüyorlar.
Peki ya eski göz ağrım İspanya, ‘yenilmez armada’ ne olacak? ‘Alman futbol makinesi’ni iki yıl önce Güney Afrika’da çok fena saf dışı bırakan da İspanyollardı.
Ama İspanya eskisi gibi değil.
Belki de Barça ufak ufak inişe geçtiği için, belki de oyun şifreleri artık çözüldüğü için öyle...
Peki ya Yunanistan?
Anababa günleri yaşayan, derin bir bunalımın içinde kıvranan komşu aradan yükselebilir mi? Bu da Yunanlılar için bir moral, bir teselli olamaz mı? Rusları 1-0 yenerek çeyrek final vizesini aldıkları maçı geçen cumartesi akşamı Ege’de bir Yunan adasında seyretmiş, nasıl mutlu olduklarına bizzat tanık olmuştum.
Yarın akşam Gdansk’ta siyasi tarafı da olan bir maçı, Almanya’ya karşı oynayacaklar. Futbol her sonuca açıktır ama, Alman futbol makinesi karşısında işleri çok zor komşunun... Uçağımız Varşova’ya inerken o ses yine kulağıma çalındı:
“Uyan evlat! Yolculuk bitince uyumak için fazlasıyla zamanın olacak.”
2006 Dünya Kupası’ydı.
Trenle Köln’den Berlin’e gidiyordum. İngiliz Daily Telegraph gazetesini okurken bir haber dikkatimi çekti. Meslekte 75. yılını doldurmuş bir gazeteci. Kutlama yemeğinde meslektaşları soruyor:
“93 yaşına geldin, neden hâlâ her gün bilgisayarını açıyorsun ki?”
Gazeteci de çok sevdiği bir şairden, A.E. Houseman’dan birkaç mısra okuyor onlara:
“Uyan evlat! Yolculuk bitince, uyumak için fazlasıyla zamanın olacak.” (Up, lad: when the journey’s over, There will be time enough to sleep.)
Yıldızlar inşallah gol olup yağar gökyüzünden!
Futbollu yazılar başlıyor Polonya’yla Ukrayna’dan...