SULTAN Efendi Hazretleri Türkiye haritasını önüne koydu.
Danışmanları referandum sonuçlarına göre, illeri boyamışlardı.
“Hayır” oyu veren iller kırmızı ile boyanmıştı. Sultan Hazretleri haritanın batısına baktı, hepsi kan kırmızısıydı.
Edirne-Kırklareli-Tekirdağ-Çanakkale-Balıkesir-İzmir-Manisa-Uşak-Aydın-Denizli; hepsi kırmızı.
Kafasının tası attı, önündeki haritayı parçaladı ve “Bunlar beni sinirden kahredecek, niçin buraları fethedemiyorum yahu? Ne yapsam olmuyor! Bunların hepsi gavur mu? Bu nası1 iştir be?...” dedi ve,
“Bana okyanus ötesini bağlayın...” diye bağırdı.
Sultan Efendi Hazretleri;
“Selamünaleyküm Hocam, ne yapsam olmuyor batıdaki illeri kendime çekemiyorum, sen de İzmir’de bulundun, bu işin çaresi yok mu? Aman bana bir çare, medet ya hoca!”
Telefondaki ses;
“Aleykümselam Sultan Efendi oğlum. Bak sana İzmir’i anlatayım. Yalnız görev gereği konuşmalarımı CIA’cı çocuklarım dinliyorlar, sen de biliyorsun onlar yabancımız değil zaten.
Bu İzmirliler çok demokrat insanlardır.
Her türlü fikre, siyasi görüşe açıktırlar ve tartışmayı severler.
Yalnız kendilerine göre özel “kutsalları” vardır.
Bunlar; Demokrasi-Atatürk-Lâik Cumhuriyet-Sosyal Hukuk Devleti ve Örgütlü Toplumdur.
Bir de inançlarını kendi inandıkları gibi, Allah rızası için yaşarlar, biri karışmaya kalktı mı, din üzerinden ticarete kalkıştı mı onu barındırmazlar.
Biliyorsun İzmir beni bile kabul etmişti, ama ne zaman ki benim cemaat, lâik cumhuriyete zarar vermeye başladı, ben bile oralarda barınamadım, bak soluğu Amerika’da almak zorunda kaldım.
Bornova’da başıma bir olay geldi, canımı zor kurtardım. Burhan’a sor o sana anlatır.
Hülasa Sultan Efendi oğlum; sen bunları kendi çizgine getiremezsin, sen de onlar gibi asla olamazsın, o zaman bunları fazla uyandırma, maazallah bir ayağa kalkarlarsa seni ben bile kurtaramam.
Burada her zaman yerin var, unutma yanımdaki villa senin, ama eğer gelirsen Bülent’i getirme onu artık çekemem.
Haydi hayırlısı...”
* * *
Canı iyice sıkılan Sultan Efendi Hazretleri hışımla telefonu çarptı ve bağırdı;
“Bana Kıbrıs’taki Hocayı bağlayın...”
Sultan Efendi Hazretleri;
“Değerli Hocam, ellerinden öperim. Biraderim Remzi ile gönderdiğin haberi aldım, yalnız bazı münafıklar o bant kaydını internete vermişler cümle alem duydu, rezil olduk. Dikkatli olalım. Hocam sen ne diyorsun; bu İzmir’i, Ege’yi nasıl yola getireceğim?...”
Kıbrıslı Hoca;
“Bak Sultan oğlum, ben burada Mehmet Ali Talat’ı, İngilizleri, Şili’deki madencileri bile ikna ettim, hepsini dergahıma üye yaptım, ama bir tane bile İzmirliyi üye yapamadım.
Bunlar gavur filan değil, galiba hakiki Müslüman bunlar.
Yunan’a ilk kurşunu attıklarından mı, Gazi Mustafa Kemal annesini bun-lara emanet ettiğinden mi, nedendir bilinmez, bunlar acayip insanlardır.
Sen sen ol, bunlarla fazla uğraşma, sana oraları dar ederler. Kıbrıs’ta yerin her zaman hazır, gözlerinden öperim, Sultan oğlum...
* * *
Sultan Efendi Hazretleri başını iki elinin arasına aldı ve düşünmeye başladı.
Ne zaman İzmir’i, Ege’yi, sahilleri düşünse tansiyonu zıplıyor, şekeri düşüyordu.
Acaba şu İzmirlilere, bir operasyon mu olsa diye düşünürken, Cübbeli Hoca’nın geldiğini ve önemli bir konuda görüşmek istediğini bildirdiler.
“Alın huzura” dedi Sultan Efendi Hazretleri...
Cübbeli Hoca koşarak içeri geldi ve Sultan Efendi Hazretleri‘ni selamladıktan sonra telaşla konuşmaya başladı:
“Aman Sultanım, çok korkunç bir rüya gördüm. Rüyamda jet skisine biniyordum, birden bire güneş battı, ortalık kapkara oldu. Az sonra her yer aydınlandı fakat güneş batıdan doğmuştu.
Güneş ışıkları o kadar güçlüydü ki hepimizi yaktı, kavurdu.
Batıdan gelecek bir tehlikeye işaret ediyor bu rüya. Ne tedbir alınacaksa alalım. Yoksa bu işin sonu çok kötü...”
* * *
Cübbeli’yi gönderdikten sonra hem volta atıyor, hem de kendi kendine konuşuyordu:
“Ne yapsam olmuyor, bizim damada İzmir’in gazetesini satın aldırdım olmadı.
Tansu Ablamın danışmanını yazar yaptım olmadı, Mendereslerin çocuğuna köşe verdirdim gene olmadı. Bunları içlerinden bozmak lazım. İngiliz Mehmet’i çağırayım, bunların sivil toplum kuruluşu başkanlarından cezası olan, vergi borcu olan, bize gebe olan kimler var. Önce öğrenelim, sonra yeni bir plan yaparım...”
Ve tam o sırada sokaktan geçen biri bir türkü tutturmuş gidiyordu:
“Bize de derler Çakıcı, yar fidan boylum, yıkarız konakları...”
Şimdi, okuyup da, bu yazıdaki şahısları lütfen birilerine benzetmeye kalkmayın.
Çünkü yok böyle birileri. Bu sadece Timuçin Kurtman‘ın kaleme aldığı bir derleme.
FIKRA
Sarkozy, geleceğini öğrenmek için bir falcıya gider.Falcı, bilinen tavırlarıyla gözlerini yumar ve konuşur:
- Sizi büyük bir caddede, halkın tezahüratı arasında üzeri açık bir araba ile geçerken görüyorum.
Sarkozy sırıtır ve sorar:
- Peki halk memnun gözüküyor mu?
- Evet, her zamanki gibi.
- Halk arabanın etrafında koşuşturuyor mu?
- Evet, arabanın etrafında deliler gibi koşturuyorlar; polis yolu açmakta zorlanıyor.
- İnsanlar bayrak taşıyorlar mı? El sallıyorlar mı?
- Evet, hem Fransa bayrakları hem de ümit ve güzel bir gelecek vaadeden pankartlar taşıyorlar.
- Sahi mi? İnsanlar bağrışıp şarkı da söylüyorlar mı?
- Evet, insanlar ümit dolu ve güzel bir gelecek vaadeden cümleler sarfederek bağırıyorlar.
- Peki, ben bu hareketlere karşı nasıl bir tavır sergiliyorum?
- Bunu göremiyorum.
- Niçin?
- Çünkü tabut kapalı!
İZİNLİLER...
SEVGİLİ OKURLARIM;
PAZARLIK YAZARLARI ERTAN ÜLKÜ İLE ŞADAN VE ŞADIMAN ÇOK RİCA ETTİLER VE İZİN İSTEDİLER.
KIRAMADIM VE KENDİLERİNE BİR HAFTA İZİN VERDİM. BU NEDENLE YAZAMADILAR, TATİLDELER..
SİZLERDEN DE ÖZÜR DİLİYORLAR