Hamdi Türkmen

Hamdi Türkmen

hamdi-turkmen@hotmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

SİZE bu hafta bir tavsiyede bulunacağım.
Okuyucular, pazar günleri gazeteleri, sadece haber ve yorum okumak için almazlar.
Eğlenip, “kafa dağıtmak ” için, güzel geçirilmek istenilen bir günün malzemesi olsun diye de alırlar.
Gazeteler de bu talebe kayıtsız kalmazlar, pazar ekleri, eğlencelik yazılar, daha büyük basılmış renkli fotoğraflar, özel düzenlenmiş bulmaca ekleri, yani derde devadan gayrı ne isterseniz bulursunuz pazar gazetelerinde.
* * *
Ben, pazar günü gazetelerde en çok yemek yazılarını okurum.
Yemek konusunda yazanların da maşallahları var.
Onlar yiyip yazıyorlar, benim okurken ağzım sulanıyor.
Bir pazar günü gazetede Kaplan’ın Lokantası’nda yapılan “Ekşi Kuzu Kulağı Çorbası”nın ballandıra ballandıra anlatılmasını okuyunca, dayanamayıp, hiç plânda olmadığı halde Tire’nin yolunu tutmuştum.
Şimdi bu kadar lâfın arkasından gelecek tavsiye ne olabilir?
En güzel Orman Kebabı yapan lokanta...
Bilemediniz.
Bir kitabevi tavsiyesi.
Eee!... Kardeşim, madem kitabevinden söz edecektin, niye yemekten girizgâh yaptın?
Pazar yazısı ya; yemekten girersem gerisi okunur, tavsiyem boşa gitmez diye düşünmüş olabilirim.
Yani bilinç altımdan öyle bir yönlendirme olmuş olabilir.
Bilinçaltı dedikleri, bir garip gayya kuyusu, ben ne bileyim altında ne olduğunu...
Yemekten girdim işte.
Ama kitabevi tavsiye edeceğim.
* * *
Biliyorsunuz, Hürriyet’in yıllardır süren, “Türkiye’nin En İyi On Şeyi ” yayını var.
En İyi On Şey.
Şey burada joker.
Şey’i çıkarıyorlar, yerine o hafta hangi şey, en iyi on şeyin içindeyse o şeyi koyuyorlar.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bile şeyi joker olarak kullanıyor.
“Şeyini şey ettiğimin şeyi...”
Cümle açık.
Hangi şeyi, şey etmek istiyorsanız, şeyi çıkarıp aklınızdan geçen şeyi koyuyorsunuz.
O kadar açık bir şey yani.
* * *
Şeyi geçeyim de maksada geleyim.
Ben kitabevini; kitap satan, kitaptan anlıyorsa, sattığı kitabı okuduysa, sattığı kitap üzerine üç beş cümle sohbet ediyorsa, yazarları tanıyor, sanattan, edebiyattan, şiirden, romandan bahis açıyorsa severim.
Öyle şarküteri havasında raftan kitabı alıp, yüzünüze bile bakmadan, kitabın adına, yazarına bakmadan, hemen arkasını çevirip barkodunu okutan, sonra da mekanik bir şekilde size fiyatını söyleyip kitabı poşet içinde elinize tutuşturan yerleri hiç sevmem.
Kitapçı bana kitabı verirken, bir dostuna çocuğunu emanet ediyormuş gibi davranmalı.
“Güzel kitap” demeli...
“Ben de yeni bitirdim” demeli...
Hiç olmazsa “Elimde iki kitap var, onlar bitince hemen bunu okumaya başlayacağım” demeli.
Kitapçıya gidip gelenler tanışmasalar bile, birbirlerine aşina olmalılar.
Yani kitap dostluğu bâbında, birbirlerini tanımayan ama yine de çete sayılan guruplar gibi olmalı.
Duvar Kitabevi bundan daha fazlası bir yer.
Tarihi Kemeraltı Çarşısı kadar ünlü Veysel Çıkmazı’nın sonunda, 1991 yılından beri hizmet veren Duvar Kitabevi’nin sahipleri Hasip Akgün ve Berkan Balpetek.
Her türlü kitap var.
Adını mağazanın yanında kitapların dizildiği 15 metre uzunluğundaki duvardan alıyor.
Üç üniversite mezunu satış elemanı, kitap konusunda müşterilerine yardımcı oluyor.
Yerli dergileri bulabilirsiniz. Yabancı dergilerin sadece eski sayıları var.
Siparişle kitap bulunuyor.
Yurtdışından internet aracılığıyla kitap getirtiliyor.
İki dükkanın birleşimiyle oluşan mağaza bir kütüphane havasında.
Kitaplara kolay erişilebilir...
* * *
Kitap dostuysanız, kitabı seviyorsanız. Çevrenizde kitaptan konuşacak arkadaşınız yok da, bunalıyorsanız.
Duvar Kitabevi’ne gidin.
Kitaplara bakarsınız. Çalışanlarla kitaplardan konuşabilirsiniz.
Bir kaç gidiş-gelişten sonra kurucusu Hasip Akgün’le muhabbeti ilerletebilirsiniz.
Ortak paydanız kitap olur.
Yani kitap seviyorsanız oh diyeceğiniz yerdir.
Zarar yok, paranız yoksa kitap almayın, saatlerce kitaplara bakabilir, kitaplar üzerine konuşabilirsiniz.
Muhabbete para almıyorlar.
* * *
Benim yazılara editörlük yapan arkadaş, biliyorum bu yazıyı beğenmeyecek.
Başı sonu yok, paragraflar ilgisiz, rahat okunmuyor, cümleler uzun falan diyecek.
Aşağıdaki notlar gelecek bu eleştirilere peşin cevaplarımdır:
1- Yazı çekici olsun diye yemek muhabbetiyle başladım.
2- Sen uzun cümle görmemişsin, Duvar Kitabevi önündeki açıkhava muhabbetlerine bir katıl da, gör bakalım uzun cümle nasıl olurmuş.
3- Paragraflar da birbiriyle ilgisiz değil. Hani “Şey” muhabbeti yapılan paragraf var ya, o paragrafı Duvar Kitabevi’ni Türkiye’nin En İyi 10 Kitabevi içinde olduğunu anlatmak için yazmıştım.
O paragrafın içinde söyleyememişim. Aha şimdi söylüyorum:
Kemeraltı Veysel Çıkmazı’nın sonunda bulunan Duvar Kitabevi Türkiye’nin En İyi 10 Kitabevi’nden biridir.
Ben söylemiyorum, Hürriyet öyle diyooo...
Size son bir kıyak daha yapayım.
“Neler oluyor bu memlekette, bir türlü anlamıyorum” diyorsanız, tam size göre bir kitap var Duvar’da.
Görme Kılavuzu...
Kargalara güvenmeyip, kendi kendinizin kılavuzu olmak için birebir.

FIKRA

Temel’le Fadime çalı çırpı toplamak için ormana gitmişler.
Fadime dere tarafına yürümüş, Temel tepeye doğru.
On dakika geçmeden Fadime’nin feryadı bütün ormanı tutmuş.
- La Temel yetiiişşş!
Temel dere tarafına koşmuş.
Bir de ne görsün, derenin kenarında bir ayı, Fadime’yi sırt üstü yatırmış, kendisi de üzerine çıkmış.
Fadime can havliyle bağırmış.
- Ula Temel, ne duraysun kurtarsana beni.
Temel hiç oralı olmamış.
“Ha” demiş, ”Söylesene ona da, başım ağrıyo, desene!...”

Şadan ile Şadıman

Şadan iş yerinde, yeni kız arkadaşıyla nişanlanacağını ilan edince, eski nişanlısı Şadıman da lokmacı getirtip, iş yerinin önünde “Şadan’ın ruhuna el Fatiha” diye lokma döktürdü.

OKKALI LAFLAR PANOSU

“Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” diyorlar ya; acı yiyince de acı mı konuşmak lâzım?

Yavrumun yavrusu

Ben; torunum demekten çok, yavrumun yavrusu derim.
Daha çok hoşuma gider.
Hiçbir zaman evlat ayırımı yapmadım.
Allah bana bir kız, bir de erkek evlat nasip etti.
İkisi de vefalı, ikisi de hayırlı...
Evlendiler;
Evlat sayım dört oldu.
Gelinime hep kızım dedim.
Damadıma da hep oğlum...
* * *
Oğlumun yedi yıl evvel bir kızı oldu; ismi Ceylin...
Ona, yavrumun yavrusu dedim.
Bu hafta da kızımın kızı oldu; onun ismi de İpek...
Benim de, yavrumun yavrusu sayım ikiye çıktı.
Onlar benim takımım:
Yavrularımın yavrusu takımı...
Şimdi minikler ligindeyiz.
Ömrüm vefa ederse ilerde süper ligde olacağız.
Bizim rakip takım hem minikler liginde hem süper ligde belli:
Anneler babalar takımı...
* * *
Hakemler ise anneanneler, babaanneler...
Hakemler, çoğu zaman bizim takımı kolluyorlar.
Anne ve babalar takımına çok sık sarı kart gösteriyorlar.
Ayıp olmasın diye biz de ara sıra sarı kart görüyoruz.
Ama bizim oyuncular hakemlere her kartta itiraz ettiklerinden hakem kararını değiştiriyor, imaj falan kalmıyor ama idare ediyorlar.
Çünkü babalar ve anneler takımı hakemlere hiç itiraz edemiyorlar.
Yoksa; kırmızı kart hazır...
* * *
Yavrularımın yavrusu takımı, sık sık anneler babalar takımına baskı kurup yoruyor.
Bir tanesi ders yaparken anne ve babayı hırpalıyor.
Birisi de gece karnını doyurmak için sabaha kadar psikolojik baskı kuruyor.
Bu böyle gidecek belli.
Galip gelen hep yavrularımın yavrusu takımı olacak...
Şimdilik bizim semt sahasında durum bu.
Mutlaka sizin de minikler liginde durum bundan farklı değildir.
Çünkü bizleri, yavrularımın yavruları yönetiyor.
ERTAN ÜLKÜ