Canım sıkılınca bastığım yeri görmem.
Deli dana, benim yanımda Nirvana’ya ulaşmış Budist Rahibi gibi kalır.
Canım sıkılınca yokuş aşağı freni patlamış yüklü kamyon gibi olurum.
Önüme gelene çarparım, gözüm dünyayı görmez.
Canım sıkkınken yemeğe mi oturdum, artık tutmayın beni.
Önüme gelene kepçe kaşık dalarım.
Yani, canım sıkılınca ben ne yaptığımı bilmem.
Canımın çok sıkıldığı bir gün arkadaşımla Ciğerci Zarif’e gittik.
O kadar çok ciğer yemişim ki, garson “Kusura bakma abi” demişti,
“Artık sana ciğer veremem, zaten ciğer de kalmadı.”
Hesabı öderken kasada oturan bey de, “Sizden beş porsiyon parası alalım, üstünü sayamadım. Beş porsiyonun üstü ikramımız olsun” demez mi?
Yani sizin anlayacağınız benim canımı sıkmayacaksınız.
Çünkü ben, canım çok sıkılınca cezai ehliyetimi yitiririm.
Savunmamı yaparken “Gerisini hatırlamıyorum hakim bey” deme hakkı kazanırım.
* * *
“Bana ne kardeşim senin can sıkıntından” deyip okumaya devam etmeyebilirsiniz.
Tamam, sizi zorlayamam, okumaya devam edip etmemeyi paşa gönlünüz bilir.
Ama bir ricam var.
Eğer milletvekili adayıysanız okumaya devam edin.
Eğer aday değilseniz ve çevrenizde aday adayları varsa lütfen telefon açın, bu yazıyı okumalarını söyleyin.
Okusunlar ve benim canımı sıkmasınlar.
* * *
Yeter kardeşim. Yeteeeeeer!
Seçim “sath-ı mailine” girdiğimiz günden beri ortalık saçmalayan insanlar kumpanyasına döndü.
Zııııııır, telefon.
- Buyurun,
- Hamdi Abi beni hatırladın mı?
Hatırlat kardeşim, beni niye sınava çekiyorsun. Adını söyle. Merhaba de. Hatırlarsam, hatırladım derim.
Hayır illa sınava çekecek “Beni hatırladın mı?”
“- Çıkaramadım.”
“- Abi ben fişmekan, hani dört sene önce Konak Meydanı’ndaki Güvercinleri Besleyelim Kampanyası açmıştım da gazetenin birinci sayfasına fotoğrafımı basmıştın. ”
“- Eeeeeee?”
“- Abi ben aday oldum”
“- Hayırlı olsun, bunu haber vermek için mi aradın? ”
“- Evet abi, hani bi destek çıksan diyorum, Konak Meydanı’nda güvercinleri beslerken ya da Kemeraltı’nda gevrek alırken çekilmiş bir fotoğrafımı bassan. Sonra da altına; halkın içinde halk için, falan yazsan...”
“- Sen falanca partiden adaysın herhalde?”
“-Nereden bildin abi?”
“- Filanca partiden aday olanlar, gevrek yerken değil de, vatandaşa gevrek dağıtırken fotoğraflarının çekilmesini istiyorlar da... ”
“- Onlar halkı kandırıyorlar abi... ”
Ya sabır diyorum, ya sabır...
Seçimler bitinceye kadar en az onbeş telefon ahizesi kırarım ben.
* * *
Kadifekale’den İzmir’e bakarken bir fotoğrafının çekilip altına, “Dertlerini ben çözerim İzmir” diye yazmamı isteyen mi ararsın,
“- Abi benim için bir yazı yaz, İzmir için mutlaka lâzım” de diyen mi istersin.
Gerisini yazamıyorum. Canım sıkılıyor, sinirlerim bozuluyor.
Canım sıkılınca da ne olacağını yukarıda yazdım.
* * *
Ama kendisi için mutlaka bir şey yapmamı isteyen adaylara bir müjdem var.
Telefonu açıp, ya da gazeteye kadar gelerek vatana millete ne kadar lazım olduklarını anlatmasınlar.
Seçilirlerse verecekleri hizmetleri sayıp dökmesinler.
Aha işte şuraya yazıyorum:
Her kim, “Abi ben maaşı için, forsu için ve de kıyak emeklilik için aday olmak istiyorum” derse,
Söz... Boy fotoğrafını çektirtip, köşeme koyacağım.
Altına da, “İşte en delikanlı aday. En doğru sözlü aday. Ben oyumu buna vereceğim. Ey ahali sen de ver” diye yazmazsam namerdim.
Yeter ki canımı sıkmayın.
OKKALI LAFLAR PANOSU
* Sinirlenince gülüp, sevinince ağlıyorsan ipin ucu kaçmış demektir. Hemen kendine bir psikolog bul.
* Su içsem yarıyor diye kendini kandırma, ya su içmeyi bırak ya da kendine sıkı bir diyetisyen bul.
* Estetik ameliyat, yıkılmakta olan eski duvara plastik badana yapmak gibidir. Plastik boyanın en pahalısını kullansan da, duvarı yıkılmaktan kurtaramazsın.
FIKRA
Bu hafta torbamızda iki fıkra var. İkisi de geçen hafta Narlıdere Bordo Restaurant’ta sahneye çıkan Mustafa Keser’den:
BEBEK
Adamın biri, tanrı misafiri olduğu evde yemiş içmiş, yatma zamanı gelince de ev sahibi tanrı misafirine;
“Biz demiş gece karımla sarılıp yatacağız. Senin yalnız kalman doğru olmaz, bizim bir bebeğimiz var, bebeği sana verelim de geceyi yalnız geçirme...”
Adamın canı sıkılmış. “Çok yorgunum” demiş. “Kusura bakmayın bebek filan bakamam.”
Herkes odasına çekilip uyumuş.
Sabah olunca adam uyanıp mutfağa geçmiş. Mutfakta sarı saçlı, yeşil gözlü, beyaz tenli güzel bir kızı çay demlerken görmüş. Kız dönüp gül dudaklarını bükerek, “Günaydın” demiş tanrı misafirine.
Sonra da elini uzatıp, ”Benim ismim Bebek” demiş, “Sizin adınız ne? ”
Adam bir an durmuş, sonra da elini uzatıp;
“Benim” demiş, “Benim adım da Eşek.”
TEMELİN GÖZLÜĞÜ
Hong-Kong’a gezmeye giden Temel’e, Çinlinin biri, göze takılınca karşısındakini çırılçıplak gösteren bir gözlük satmak istemiş.
Temel itiraz etmiş;
“İstemem” demiş. ”Komşum İdris’i niye çıplak göreyim, ben meraklısı mıyım?”
Satıcı yeminler edip Temel’i gözlüğün yalnız kadınları çıplak gösterdiğini, erkekleri kesinlikle göstermediğine ikna etmiş. Sonra da açılmamış orijinal ambalajında bir gözlüğü Temel’e satmış.
Temel geziden dönünce Fadime’ye sürpriz olsun diye gözlüğü kutusundan çıkarıp gözüne takmış.
Kapıyı kendi anahtarı ile açıp sürpriz diyerek içeriye girmiş.
Bir de bakmış ki, Fadime salonun ortasında çırılçıplak duruyor.
”Helâl olsun” demiş. “Gözlük işe yarıyor.”
Fadime’ye biraz yaklaşınca bir de ne görsün?
Fadime’nin arkasında komşusu İdris... O da çırılçıplak.
“Oy demiş” Temel,
“Gitti bizim paralar, anasını sattığımın gözlüğü hemen bozuldu...”
Şadan ile Şadıman
Şadan evinin balkonuna;“Sıkıldım, gidiyorum buralardan, haydi eyvallah”; Pankartını asınca,
Şadıman da evinin duvarına şöyle yazdırmış;“Gidişin olsun da, dönüşün olmasın inşallah...”
BAKIŞ
Duygular mı, davranışlar mı?
Eski bir tapınak yazıtında şöyle der:
“Gürültü, patırtının tam ortasında sükûnetle dolaş.
Sessizliğin tam içinde huzur bulunduğunu unutma.
Herkesle dost olmaya çalış.
Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun.
Bağışla ve unut.
Ama kimseye teslim olma.
İçten ol.
İsyana yönelecek olsan da hatırla ki evreni yargılamak imkânsızdır.
Onun için, kavgalarını sürdürürken bile kendi kendine barış içinde ol.”
* * *
Çok eski yıllarda yazılmış bu yazıtı bu günlere uyarladığımızda insanların karşılaştıkları sorunlara, gösterdikleri tepkilere bakınca, hümanist düşünce ve davranıştan nasıl uzaklaştığımızı görürsünüz.
Ama yadırgamamamız lazım.
İnsanların milenyum çağında karşılaştığı sorunlar o kadar fazla çeşitlilik içeriyor ki hepsiyle aynı anda mücadele ederken insan bazen duygularından uzaklaşabiliyor.
Çünkü, duyguların yerini başka davranış biçimleri alıyor.
Hem kendisine hem topluma zarar veriyor.
* * *
Aslına bakarsanız, herkesin bir masal dünyası vardır.
Hangi yaşta olursanız olun, bu böyledir.
Belki inkâr edebilir, hayal dünyası olarak görebilirsiniz. Ama o dünyada kahraman da, canavar da yaratabilirsiniz. Çeşitli sınıflandırmalar yapabilirsiniz.
* * *
Eğer yarattığınız dünyada hep kahraman yaratırsanız ve pembe dünyada dolaşmaya devam ederseniz, gerçekle hayal arasında, gerçekle masal arasında sıkışıp kalırsınız.
O zaman farkındalığınızı keşfe-demez-siniz.
Güve-ninizi yitirirsiniz.
* * *
Eğer yarattığınız masal dünyasında hep canavarlar var ise, o zaman da aşırı gerginlik, umutsuzlukla gerçek hayat arasında sıkışıp kalırsınız.
Bu da sizi mutsuz yaptığı gibi hayatın gerçeklerinden de uzaklaştırır.
* * *
O zaman şöyle düşünmemiz gerekir:
Herkesin bir masal dünyası vardır.
Orada kahramanlar da, canavarlar da olacaktır. Ama o dünya masal dünyasıdır.
Esas olan gerçek dünyadaki kahramanlarla, canavarlara karşı mücadele etmektir.
ERTAN ÜLKÜ ertanulku@hotmail.com.