DÜNYACA tanınmış İsrailli mizah yazarı Eprahim Kishon, hikâyelerinde eşinden söz ederken, “Dünyanın en iyi karısı” tanımlamasını kullanırdı.
Eprahim Kishon bu klişeyi o kadar çok kullandı ki, şöhreti de dünyayı tutunca “Dünyanın en iyi karısı” sıfatı, yazarın eşi Sara’nın göğsüne bir daha çıkarılması mümkün olmayan bir madalya gibi takıldı kaldı.
Hal böyle olunca da benim sevgili eşime, “Dünyanın en iyi ikinci karısı” unvanı kaldı.
Birincilik için şöhreti dünyayı tutmuş Eprahim Kishon’u düelloya davet etsem, 2005 yılında öldüğü için bu mümkün olmaz.
Ama ben mücadeleyi bırakmam, zamanı gelince Eprahim Kishon’u öbür tarafta da bulur, düelloya davet eder ve de birinciliği sevgili eşim için kazanırım.
* * *
Ben böyle derin ve içinden çıkılması zor felsefi konulara dalmak üzereyken, şimdilik “Sara Kishon’dan sonra, dünyanın en iyi ikinci karısı” olan sevgili eşim yanıma gelip sordu:
-Rengin biraz sarı mı senin?
Bu soruyu duyar duymaz ben de ne felsefe kaldı, ne de düşünce.
Üzerinize afiyet biraz evhamlıyımdır.
Sivilcem çıksa, “İnşallah kötü bir şeyin habercisi değildir” diye dua etmeye başlarım.
Daha sevgili eşimin cümlesi biter bitmez aynaya koştum.
Evet, rengim sarıymış gibi duruyor.
“Acaba sarılık mı oldum?” diye sordum.
Ama şimdilik, “Sara Kishon’dan sonra, dünyanın en iyi ikinci karısı” olan sevgili eşim, evhamımı bildiği için bana cevap bile vermeden sofra hazırlamak için mutfağa yöneldi.
* * *
Beni de aldı bir düşünce.
Ben şimdi Sarı Türk mü oldum?
İnanın evhamım tavan yaptığı için sormuyorum.
Biliyorsunuz, Zenci Türkler de var.
Önderleri Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, New York Times Gazetesi’ne verdiği röportajda; “Bu ülkede Beyaz Türkler ve Zenci Türkler ayırımı var. Kardeşiniz zenci Türklere mensuptur” demişti. (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 14 Mayıs 2003)
* * *
Bir de hepinizin bildiği “Beyaz Türkler” var.
Hani her cümlenin içine iki tane İngilizce, bir adet de Fransızca sözcük sokuşturup, bildiğimiz makarnaya “spagetti” diyen ve spagettisini İtalyan Lokantası Mezzaluna’da yemezse makarna yemekten zevk almayan...
Kahvesini de mutlaka “Starbucks Coffee”de alan Beyaz Türkler. (Dikkat buyurunuz kahvesini içen demedim, Beyaz Türk olmanın gereği olarak ‘kahvesini alan’ dedim.)
Sonracığıma efendim, ”Yeşil Türkler” var.
Bunların sembolü eskiden Amerikan Doları’nın yeşiliydi, şimdi değişti, badem bıyığı sembol yaptılar.
Ahmet Hakan, öteki renkleri taşıyan Türkleri de yazdı.
Aynen aktarıyorum:
Mor Türk: Seçim sonuçlarının açıklandığı gecelerde yürekleri daralan, kalpleri sıkışan ve yeise gark olan Türklere “Mor Türk” denir.
Kara Türk: Yer sofrasından masaya geçmeyen ve daha önemlisi bu konuda zerre kadar bir eksiklik ve ihtiyaç hissetmeyen Türklere “Kara Türk” denir.
Kırmızı Türk: 10. Yıl Marşı çaldığında tüyleri dikenleşen, İsmet Paşa dendiğinde gözleri yaşaran, Mahmut Esat Bozkurt dendiğinde gururlanan Türklere “Kırmızı Türk” denir.
Mavi Türk: Sabahları boyoz yemekle, simide gevrek demekle ve şehirlerindeki kızların güzelliğiyle övünen Türklere “Mavi Türk” denir.
* * *
Şimdi başımıza bir de “Boz Türkler” çıktı.
Efendim, Boz Türkler de Kara Türk olmayı kabullenemeyen, ancak Beyaz Türk de olamayan iki arada bir derede kalmış garibanlara deniyor.
Yazının tam burasında, pazar yazılarını mutlaka önceden okumayı alışkanlık edinmiş “Dünyanın En İyi İkinci Eşi” başıma dikildi.
Yazıyı okudu ve;“Unutma bir de Türkuaz var” dedi.
Efendim?
Türkuaz, Fransızlar Türklere has renk demek için Türkuaz kelimesini icat etmişler.
Ben severim, güzel renktir.
“Teşekkür ederim” dedim.
Madem ilgilendin sana sorayım: Renk renk Türk var, sence benim rengim ne?
“Senin rengin, mor ötesi” demez mi, Dünyanın En İyi İkinci Eşi.
Ne?
-Mor ötesi canım, sen her seçim günü akşamı morara morara artık mor ötesi oldun.
Sonra da cevabımı dinlemeden mutfağa gitti.
Duyup da ilerde aleyhime delil olarak kullanmasın diye, içimden gelen olanca şiddetle, fakat sessizce haykırdım.
Gelecek seçimde görürsün sennnnnnnn...
İnşaallah Allah mahçup etmez.