BİTTİM ben. Artık iflâh olmam.
Değil Amerika fatihi Doktor Öz, değil kolesterollerin efendisi Profesör Doktor Osman Müftüoğlu, bir elinde ölmezlik otu, öteki elinde kutsanmış havanıyla Lokman Hekim gelse beni kurtaramaz.
Kendim ettim, kendim buldum.
Edilecek laf mıydı? Ettim işte.
Geçen pazar günü yazdığım yazıya “Ben adam olmam” diye başlık attım ya;
Cümle alem ve bilhassa yakın dostlarım, özellikle de hanem halkı feryat figan içinde kaldılar.
Yazıyı okuyan hemen beni arıyor.
Söyledikleri de hep aynı:
Bana, tuttuğum yolun yol olmadığını, adam olmak istiyorsam biraz kendi menfaatimi bilmem gerektiğini vakti zamanında söylemişlermiş.
İşte en sonunda, ben de adam olmayacağımı anlamışım, ama artık çok geçmiş. Ne diyeyim?
* * *
Olup biteni anlatmak için önce hane halkından başlayayım.
Pazar sabahı herkes gibi ben de biraz geç kalkarım. Allah ne verdiyse döşenmiş kahvaltı sofrasına oturunca hemen ekmeğe, peynire falan saldırmam. Herkesin kahvaltının sonunda içtiği keyif çayını, ben önce içerim.
Keyif çayımı içince afyonum patlar, kendime gelirim. Kahvaltımı, keyif çayımı bitirdikten sonra yaparım.
Pazar; telaş yok, işe yetişme derdi yok, haliyle kahvaltı uzuyor, keyifli oluyor.
Hele sofrada sucuk varsa, keyfim iyice yerine gelir.
Geçen pazar da yataktan kalkıp aynı keyfi yaşamak için kahvaltı sofrasına oturdum.
Ama durum bi’ acayip. Sofrada hiçbir şey yok.
Gazete dörde katlanıp, “Ben adam olmam” başlıklı yazım üste gelecek şekilde masanın ortasına konmuş.
Mutfak kapısı açık, ama mutfakta tık yok.
Acaba ne oldu dememe kalmadan sevgili karım arkamdan sessizce gelip elini omuzuma koydu ve;
- Ben sana, ilk olarak ne zaman “Sen adam olmazsın” diye söylemiştim? dedi.
- Bilmem. İlk tanıştığımızda mı söylemiştin?
- Hayır, ilk tanışmamızda söylemedim. O gün ben bunu adam ederim diye düşünmüştüm.
- Sonuç?
- Sonuç ortada,”Ben adam olmam” diye cümle âleme ilân ettin...
Bu cümleden sonra konuştuklarımız mahrem kategorisine girdiği için buraya yazamıyorum.
Ancak geçen pazar ben şunu öğrendim: Bizim evde porselen çay demliği ocağın üzerindeki dolabın ikinci katında duruyormuş!...
Ayrıca demliğe su değil, çay önce konuyormuş(!)
* * *
Kahvaltıdan sonra, biraz hava alayım, diye Kordon’a çıktım. Tam neşem yerine gelecekken felâket hiç haber vermeden, hatta kapıyı çalmadan patdanak geliverdi.
Hani geçen hafta yazmıştım. Gazeteciliğe ilk başladığımız yıllarda, “Ticarette daha çok para var” deyip gazeteciliği bırakıp giden, giderken de bana üç otuz para maaşla gazeteciliğe devam ettiğim için “Sen adam olmazsın” diyen arkadaşla burun buruna geldim.
- Tebrik ederim, dedi.
- Teşekkür ederim ama, niye tebrik ediyorsun?
- Ben adam olmam başlıklı yazını kahvaltı sofrasında okudum. Çok samimi yazmışsın!...
Kafam bozuldu. Hiç yoktan kabalaştım.
- Sen adam oldun mu? dedim. Şaşırdı...
- Sen diyorum, adam oldun mu? diye tekrarladım.
- Ben dedi, bu güne kadar dört şirket kurdum...
- Ben onu sormadım, adam oldun mu? diye sordum.
Hava tatsızlaştı, el bile sıkışmadan ayrıldık.
* * *
Canım iyice sıkıldı. Deniz kenarındaki banklardan birine oturdum. İçimden bir ses, ”Bırak ulan dedi, bırak her şeyi, al karını yanına, çek git bir dağ köyüne. Ooooh!... Sen sağ ben selâmet.”
İşte tam bu sırada, hani reklâm filmlerinde falan olur ya, işte o cinsten bir dış ses “Hamdi!... Hamdi!... Kalk artık, kaaalkkk” diye bana seslenmeye başladı.
Herhalde biri bankta oturduğumu gördü diye, şöyle bir doğruldum. Aaaaa.. Bu Meltem değil mi?
”Kalk artık” dedi, “Kalk da kahvaltı yapalım...”
Şöyle bir gözlerimi oğuşturdum, sağa sola bakındım. yatağımdayım.
Meğer rüya görüyormuşum.
Fırladım kalktım. Meltem Hanım, elime gazeteyi tutuşturdu. ”Kendine haksızlık etme” dedi, ”Bu dünya da, mal da, mülk de, mevki de gelip geçici. Önemli olan çürük Kültür Mantarı durumuna düşmemek. Sen benim için adam gibi adamsın...”
Gidip mutfaktan keyif çayımı getirdi, ”kalkmadan iç bakalım” dedi. Yataktan kalkmadan keyif çayı içmek ne kadar güzel oluyormuş.
Bilmiyordum, öğrendim...
Hayat Üniversitesi soruları...
Pazar günleri, Hayat Üniversitesi mezuniyet sınavı soruları ve cevaplarını yayımlayacağım. Doğru cevabı bilenler arasında kura falan çekilmeyecek, ödül filan da dağıtılmayacak. Aynen hayatta olduğu gibi, yani çalışıp çabalamanız yanınıza kâr kalacaktır.
Bu haftanın sorusu:
Hangisi en ağır ve zor bir meslektir?
a) Kömür madeni işçiliği
b) Vesikalı hayat kadınlığı
c) Gardiyanlık
d) Yalakalık
Cevaplarınızın analizi:Kömür madeni işçiliği: Yerin 600-700 metre derinliğinde her an ölümle karşı karşıya kalmak zor ve yorucu bir iştir. Ancak emeğinin yoğun olmasından dolayı saygın bir iştir. Dolayısıyla sorumuzun doğru cevabı (a) şıkkı değildir.
Vesikalı hayat kadınlığı: Dünyanın en eski işidir. Argoda bu mesleği icra edenlere “Ağır işçi” denilir. Ama, ruhlarını satmadıkları için, saygıya değer insan ve meslek sahibidirler. Bu şık da doğru cevap değildir.
Gardiyanlık: Yorucudur. Ancak bu şık da sorunun doğru cevabı değildir. Çünkü gardiyanlar önce insan, sonra gardiyan olarak işlerini yaparlar ve onurlarına leke sürdürmezler.
Yalakalık: İnsanı makamlara, mevkilere taşıyan bir iştir. Ama, yalakaların ne zaman tepe taklak olacağı, efendileri tarafından ne zaman azarlanacağı, ne zaman çöp tenekesine atılacakları hiç belli olmaz.
Allah kimseyi o duruma düşürmesin moduna bile girseler, sırıtarak yalakalığa devam ederler. Dolayısıyla sorumuzun doğru cevabı yalakalık olup, yalakalık insan onuruyla bağdaşmadığı için dünyanın en zor işidir.
FIKRA:
Bu nerenin tavuğu?
Adam kasaba girip, ”Bana çok güzel bir tavuk ver” demiş.
Kasap tavuğu uzatmış, adam tavuğun gerisine parmağını sokup; ”Bu Roma tavuğu yaramaz, başkasını ver” diye tavuğu geri çevirmiş.
Kasap ikinci tavuğu uzatmış, adam yine tavuğun gerisine parmağını sokup “Bu da yaramaz, bu Napoli tavuğu” diye ikinci tavuğu da geri vermiş.
Kasap yeni bir tavuk daha uzatmış, adam yine aynı hareketi yaptıktan sonra “Şimdi oldu, bu Sicilya tavuğu” demiş.
Tavuk paket yapılırken, adam sohbet olsun diye kasaba; “Siz nerelisiniz?” diye sormuş.
Kasap hiç cevap vermeden adama arkasını dönüp, “Siz bakın bayım” demiş;
”Parmağınızı atıp nereli olduğumu hemen anlarsınız!...”
Bakış açısı...
Bir söz vardır:
“Hayat hakkınız; mücadele gücünüz kadardır...”
Bunu hiç unutmamak gerekir. Ve bu şehir için herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gereklidir.
* * *
Kentlerde yaşayan insanlar yapılan hizmetleri kendi bakış açısına göre değerlendirdiklerinde, kendilerine uygun olanları doğru, uygun olmayanları yanlış yapıldığı biçiminde algılar.
Dillendirirken de eleştirilerini ortaya koyarlar.
Eliştirilerin şekli ise, kişinin dünya görüşünü yansıtır.
Bu kötü diyenler;
Hayal gücünden yoksundur, kötümserdir. Tutucudur, geçmişi yaşar, katkıda bulunmaz. Sadece eleştirir.
Böyle olsa daha iyi diyenler;
Hayal gücü sahibidir, yaratıcıdır, iyimserdir, yenilikçidir. Geleceğe yönelir, artıları ortaya koyar, yeni çözümler getirir.
* * *
Ben, “Böyle olsa daha iyi” diyenler grubundanım.
Hangi görüşte olursa olsun, bu şehirde yapılan hizmetlerin hepsi yanlıştır denemez. Daha iyisi yapılabilirdi denilebilir. Yöneticilerin, “Böyle olsa daha iyi” diyenlerin söylediklerine kulak vermesi; ortak noktanın bulunmasını sağlar.
Bu şehrin yönetimine talip olanlar şunu unutmamalıdır:
Bakış açısı farklı olan insanları ortak noktada buluşturmak, sizlerin görevidir. Hiç bir seçilmiş, “Bu deniz çok büyük, ama benim teknem çok küçük” diyemez.
Her tekne, her denizle başa çıkabilir.
Yeter ki siz teknenizi iyi yönetin.
Bu şehrin ortak paydaları, kültürü, sanatı, eğitimi, sağlığı, güvenliği içinde barındıran anlayışla yönetilmesidir.
Emekliliğini yaşayan şehir değil; demokrat ve çağdaşlığı ile gurur duyan, gençleriyle enerji bulan bir şehir beklentisi, İzmir için en iyisi olacaktır diye düşünüyorum.
KORDON’A BAKIŞ
,Alsancak’tan çıkacaksın gün batımı Kordon’a
İmbatla hasret giderip bineceksin faytona
İzmir’in en güzelleri cilvesiyle nazıyla
Buzlu badem yiyecekler bakınırken etrafa
* * *
Kordon boyu faytonlar... Biri gidip biri gelecek
Körfez, vapurlarıyla sanki dans edecek.
* * *
Biz Kordon’u Ali Kocatepe’nin bu şarkısındaki sözleri gibi yaşadık gençliğimizde. Çok da mutluyduk.
Kordon’da dolaşmayı bir ayrıcalık olarak görüyorduk.
Sadece biz değil; tüm Türkiye, İzmir denildiğinde akla ilk gelen Kordon idi. Bu nedenle;
Son tartışılacak yer olması gerekir Birinci Kordon.
Ama maalesef biz yıllardır tartışıyoruz bu Kordon’u.
Sadece tartışsak neyse...
100 iş yerinin gündemine göre tartışıyoruz Kordon’u.
Kordon’un İzmir’in tümünün malı olduğunu unutuyoruz, 100 iş yerinin ve onlara zamanında taviz verenlerin gündemine göre tartışmak istemiyoruz Kordon’u.
Şehrin alanı olarak görmek istiyoruz Kordon’u.
Aydınlık İzmir’in yüzü olarak görmek istiyoruz.
Şarkılara, şiirlere konu olmasını istiyoruz.
Çocukların, gençlerin bizim gibi anılarını yaşattığı yer olarak görmek istiyoruz Kordon’u.
BAKIŞ SÖZÜ
Kimse senin dalgalarla
nasıl boğuştuğuna bakmaz.
Gemiyi limana getirip
getirmediğine bakar.
ANONİM
ERTAN ÜLKÜ
ertanulku@hotmail.com.