Hamdi Türkmen

Hamdi Türkmen

hamdi-turkmen@hotmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

BÜTÜN akılları alıp raflara dizmişler, sonra da insanlara “Hangi aklı beğeniyorsanız gidin onu alın” demişler.
Herkes, gidip yine kendi aklını almış.
Demem o ki, herkes kendi aklını beğenir. Bense, Meltem’in aklını, yani sevgili karımın aklını beğenirim.
Çünkü yalnız akıllı değildir, aklını kullanmasını da bilir.
Arada bir beni de “Aklını kullansana” diye uyarır ama, nafile.
Aynen, “Vermeyince Mabut, neylesin Mahmut!” vaziyetleri yani.
* * *
Ben, anlayamadığım şeyleri O’na sorarım. O da, ya açık açık olup biteni anlatır, ya da şifreli cevaplar verir.
Şifreli cevap verince şaşırır kalırım.
Açık açık anlatılınca bile zorlanan bana, iş midir şifreli cevap vermek?
Şifre deyince aklıma geldi.
Biliyorsunuz; ileri demokrasinin kalesi olan ülkemde her gün bir bomba patlıyor.
Son patlayan da, YGS sınavından.
“Alavere dalavere, bizim yandaş çocuklar iyi üniversitelere” konulu şifreleme bombası.
* * *
Herkes bir şey söylüyor.
Tabii ben söylenenlerden hiçbir şey anlamadım.
Gazetedeki gençlere sordum, herkes bir şey anlattı.
Yine hiçbir şey anlamadım. Ama karizmayı çizdirmeyeyim diye anlıyormuş gibi yaptım.
Kollarımı çapraz şekilde göğsüme bağlayıp, tebessüm ederek dinledim anlatılanları.
Akşam ilk işim Meltem’e meseleyi sormak oldu.
O da tuttu bana John Nash diye bir adamı anlattı.
Garibim şizofrenmiş, resmen yarım akıllı.
Meltem, “Hani Akıl Oyunları diye bir filme gitmiştik ya” dedi. ”İşte o filimde hayatı anlatılan adam...”
Filmi söyleyince hatırladım.
Bu John Nash denilen adam karşısındakiyle konuşurken, “Sen gerçeksin değil mi? Ben hayal görmüyorum yani değil mi?” diye soran bir meczup.
Hayır yanarım yanarım, tutup bu adama bir de Nobel vermelerine yanarım.
Onun yanında benim Nobeli her sene almam lazım. O derece yani...
Şifreleme işlerinin ağa babası işte bu John Nash denilen meczupmuş. Gerisini yemek boyunca dinledim.
Bir kelimesini anladımsa Allah beni Bülent Ersoy’un makyajcısı yapsın.
Hemen; “Senin anlattıkların doğruysa, niye bütün büyüklerimiz şifreleme yok biz tatmin olduk diye açıklama yapıyorlar” dedim.
Cevap hazırdı:
“Tatmin olduk” açıklaması da bir şifre olabilirmiş. ”Bizimkiler korkmayın, sınav iptal olmayacak” anlamı taşıyabileceği gibi, ”Yakalandık ama hallederiz” mesajı da taşıyabilirmiş...
Meltem benim yüzüme bakıp, şaşkınlıkla açık kalmış ağzımı gördükten sonra daha fazla anlatmanın faydası olmayacağını anlamış olmalı ki, eline gazetenin ekini alıp divana konuşlandı.
Ben de çenemi sağ elimin avucuyla tutup, dirseğimi dayadım ve “Neler oluyor bu dünyada?” diye düşünmeye daldım.
* * *
Bir müddet sessizlikten sonra, sevgili eşim aniden dile gelip, “Issız bir adaya gidecek olsan yanına alacağın üç şey ne olurdu?” diye sordu.
Ben azıcık düşünüp, “Biraz ekmek, biraz peynir, bir de ilaçlarımı alırdım” diye cevap verdim. Bana acıyarak baktı.
Öğrencisine şefkatle yaklaşan anaç bir öğretmen gibi soruyu açtı: “Adada uzun kalacaksın” dedi, “Belki hiç görüşemeyeceğiz...”
Hata yapmamak için iyice düşündüm.
”Öyleyse” dedim “Uzun paçalı mayomu, yürüyüş ayakkabılarımı bir de ilaçlarımı alayım.”
Divandan kalkıp, yatak odasına yöneldi.
Tam kapıda durup, ”Hep söylüyorum, sen hiç adam olmayacaksın” dedi.
“Sorunun şifresini verdim, yine anlamadın...”
Sonra da yatak odasının kapısını, her zamankinden biraz daha şiddetle çarparak kapattı...
* * *
Kalkıp Meltem’in kızgınlıkla yere attığı gazete ekini aldım.
İlk sayfada manşete çekmişler. Bana sorulan soru bütün ünlü erkeklere sorulmuş.
Lavukların hepsi de, alacakları 3 şeyden birinin mutlaka sevgililerinin resimleri olacağını söylemiş. Meseleyi o anda anladım, ama geç kalmıştım.
Ne yapayım kardeşim, kafam basmıyor bir türlü bu şifre işlerine...
Ve; sınavda başarısız olmanın cezasını çekmek için, o gece yatağa kıvrılıp uyudum...

HAFTANIN LAFI

Bu pazarın lâfını, Bornova’da, eski Ankara Caddesi üzerine park etmiş, 80’li yılların efsane arabası “Doğan Görünümlü Şahin”in arka camında okudum:
“Alfabe artık 28 harf
Çünkü;
Şimdi (O) asker..


FIKRA

Yaz günlerine denk gelmiş Ramazan ayında, Temel, akşama iftarda yeriz diye kocaman bir karpuz alıp, kan-ter içinde eve geldi.
Fadime eğilmiş merdivenleri siliyordu.
Yaz olduğu için rahat giyinmiş Fadime’ye merdivenin altından bakan Temel’in aklı başından gitti.
Karpuzu, orucu falan unutup Fadime’nin bileğinden tuttuğu gibi “Gel ula buraya, sakın başım ağrıyor falan da deme...” diyerek yatak odasına götürdü.
Temel yarım saat sonra yatak odasından çıkarken, içini derin bir pişmanlık kapladı. ”Tuh ulan, orucu sakatladık” diye üzülmeye başladı.
Mahallenin imamına gidip durumu anlattı.
İmam Temel’e “Sen” dedi “Eve bu iş için mi gittin?”
Temel hiç öyle bir maksadı olmadığını, eve karpuz götürdüğünü, Fadime’yi öyle görünce de olanların olduğunu söyledi.
İmam “Üzülme” dedi.”Bu işte kasıt yok, sen orucunu tutmaya devam et.” Temel ferahladı.
Ertesi günü öğle vakti eve üzüm götüren Temel, Fadime’yi leğen başında paçaları sıvanmış görünce yine dayanamadı. Fadime’nin bileğine yapıştı.
Fadime “Olmaz, günah; orucumuz sakatlanıyor” diye direnince, Temel, “Yok karı” dedi.
“Ben imama sordum, kasıt olmayınca günah olmazmış. Aha ben bu kasıtla eve gelmedim ki, üzüm getirdim. Orucumuz sakatlanmaz, sen gönlünü ferah tut...”

OKKALI LAFLAR PANOSU

KORKU; Ömür törpüsüdür.
KORKU; Gönül gözünü kör eder.
KORKUNUN ecele faydası vardır. Kalbi yorar, ecel saatini erkene alır.

ŞADAN İLE ŞADIMAN

Şadan “Yeni kız arkadaşım var. Düş artık yakamdan. Yoksa ben yapacağımı biliyorum” diye haber gönderince, eski nişanlısı Şadıman da haberi getirene; “Git ona söyle, yakasından düşsem paçasından tutacağım. Yemin ettim, eceli ben olacağım” cevabını verdi.

BAKIŞ

Kadınlarımız...

“İnsanlar tüm varlıklar gibi, doğar, yaşar ve ölürler.” Bu, değişmez kuralıdır.
Asıl önemli olan, doğumla ölüm arasında geçen sürenin toplumda en iyi değerlendirilmesidir.
Biz toplum olarak ataerkil bir yapıdan geliyoruz. Maço yanlarımız çok.
“Ben bilirim, ben yaptım oldu” mantığı hakimdir. Ancak bunlar değişiyor.
İsteseniz de istemeseniz de artık büyük kentlerden başlayarak Anadolu’ya uzanan bir değişim var. Bu değişimi sağlayan ise gençler ve kadınlarımız.
* * *
“Artık yeni nesil Türk kadını oluşumu” ortaya çıktı. Türk kadını, iki nesil arasındaki sıkışıklıktan kurtuldu.
Düşünüyor, Çalışıyor, Üretiyor...
Kısacası ben buradayım diyor.
Buna hakkı da var.
Bu ülkenin yüzde 50’si kadın.
İlkokuldan üniversiteye, iş hayatına kadar Türkiye’nin aydınlık yüzü ön plana çıkmaya başlıyor. Hem de bu kadar engellemeye, maçoluğa rağmen.
Her şeye rağmen 20 yıl öncesine göre çok iyiyiz ama yeterli değil.
Cumhuriyetin 100. yılında Türk kadını her karara ortak olacak ve onların yetiştirdiği nesiller, geleceğimizi emanet edeceğimiz nesiller olacaktır. İşte o zaman kendimizi güvende hissedeceğiz.
Ama!
Toplumun kadınlarımıza ve çocuk-larımıza karşı sorumuluğu büyük.
En büyük ayıbımız da:
Kadına ve çocuğa karşı uygulanan, görünen-görünmeyen şiddete karşı gerekli refleksi gösterip dik bir duruş sergileyemiyoruz.
* * *
Bir gecede özel yasalar çıkaran Meclis,
Her gün köşelerinde komplo teorileri kuran anlı şanlı köşe yazarları,
21. Yüzyıl’da maçoluğu Tanrı gücü sanıp şiddeti kadın ve çocuklar üzerinde sadistçe uygu-layanlara
Ciddi bir duruş sergileyemiyorlar.
“Ba-na do- kunma-yan yılan bin yıl yaşasın” deyip üç maymunu oynayanlar,
Çaylar yemekler düzenleyip meselenin özüne bir türlü inmeyip entelektüel havalarda ortada dolaşanlar, kadına, çocuğa şiddeti oyun sanan duyarsız insanlar...
Artık bu ayıbı ortadan kaldırmak için kuma gömdükleri kafalarını oradan çıkarıp etraflarına biraz baksınlar.
Biz; çalışan, üreten, ayakları üzerinde duran, mutluluğu hak eden Türk kadınları ve onların yetiştireceği çocukları istiyoruz.


ERTAN ÜLKÜ ertanulku@hotmail.com

BAKIŞ SÖZÜ

Duyguların en temizi acı yüzünden dökülen gözyaşlarıdır
ANONİM