Nasıl bir çılgınlık? Mesela İran’a, hem de Tahran’ın merkezine çok güçlü, nükleer değilse bile radyasyon yaydığı bilinen, kısaca “Kirli Bomba” diye adlandırılan (radiological dispersal device - RDD) bir silahla saldırmak gibi... Ya da Yemen’deki vekalet savaşında, vekil Suudileri aradan çıkartıp doğrudan Amerikan deniz piyadelerini göndermek gibi... Gönderebilir mi?
Yani Vietnam’dan beri var olan, Afganistan ve Irak ile pekişen “evlatlarımızı savaşlara sürmeme” diye özetlenebilecek kamuoyu kararlılığını göz ardı edebilir mi? Peki Türkiye gibi, askeri açıdan ittifakı elzem bir NATO üyesine ambargolar ilan edebilir mi?
İki yıldır zenginlerden daha az vergi alma ve ihracat işlemlerinde bakanlık bürokrasilerinin kırtasiyeciliğine son verme gibi önlemlerle, ekonomide sağlanan büyümenin verdiği “sözünü tutan başkan” havası... Kasım’daki Senato üçte bir yenileme ve Temsilciler Meclisi seçimlerini kazanacağına dair kamuoyu yoklamalarının verdiği “siyasetten anlayan lider” havası...
Ancak tüm bunlara rağmen seçimlerde Demokratlar bir-iki sandalye ile dahi çoğunluğu elde ederlerse, kendisini azil davasında yargı önünde bulma olasılığının nerede ise yüzde 100 olması dikkate alınırsa, Trump bir çılgınlık yapabilir.
Ama bu çılgınlığı ne kadar sürdürebilir? Başkan olduğu için birçok şeyi emredebilir; fakat herhangi bir Amerika analizinde kesinlikle dikkate alınması gereken nokta şu: Derin devletin veya ABD’de kullanılan deyimi ile “entrenched bureaucracy” (yerleşik, sabit bürokrasi) yapısının bu emri uygulamaktan kaçınabileceği ihtimalini de dikkate almak gerekiyor.
Bu ihtimali iki-üç yıl önce aklından geçirmek bile imkansızdı. ABD Başkanı bir emir verecek de, silahlı kuvvetler veya bir sivil kurum bunu uygulamayacak. Söyleyene deli gözüyle bakabilirdiniz. Ama artık değil...
Geçen hafta, Türkiye’nin ulusal güvenliğine zarar veren faaliyetlerle bulunduğu hakkında kesin karine bulunduğu bilinen ama nedense savcılık iddianamesine tam yansıtılmayan (hatta hemen hiç yansıtılmayan), Trinity Evanjelik İlahiyat Okulu mensubu ve İzmir Evanjelik Diriliş Kilisesi rahibi Andrew C. Brunson’ın tamamen tahliye edilmek yerine ev hapsine konmasına kızan Başkan Trump ve yardımcısı Michael Pence, art arda yayınladıkları mesajlarla Türkiye’yi yaptırımlarla tehdit etmişlerdi. Bu yaptırımlar, uluslararası bazı kredi kurumlarına Türkiye’ye verecekleri program kredilerini açmama veya TSK’nın ihtiyacı olan şu ya da bu teçhizatı vermeme, hatta daha ağır, mesela uluslararası para transfer işlemlerini yasaklama, yapanları cezalandırma gibi bir adım olabilir.
Bu kurum ve kuruluşlar, uygulamada ellerini o kadar ağırdan alırlar ve uygulama alanını o kadar daraltırlar ki, Türkiye’ye olumsuz bir etkisi olmaz. Nitekim kendisi de pek Türkiye aşığı sayılmayan Savunma Bakanı James Mattis, olabilecek en kibar dille, “Hele Başkan orada konuşadursun, ABD’nin Türkiye ile arası gayet iyi” tarzında açıklaması ile Trump’ı etkisiz hale getirmenin ilk örneğini verdi.