Terörist beş ayrı silah, üzeri Sırp katliamcıların adlarından tutun, İkinci Viyana Kuşatmasına kadar, Haçlı zihniyetini hortlatmaya çalışan sloganlarla süslü şarjörlerle iki ayrı camide ve video çekerek, bunu Internet’te canlı yayınlayarak katliam yapacak ve siz bu faciayı, gazetenizde “Melek gibi çocuk, büyüdü kötü aşırı sağcı kitle katili oldu” başlığıyla vereceksiniz. İngiliz Daily Mirror gazetesinin, Yeni Zelanda katliamı ertesindeki tarifi böyleydi. Tabii amaç, teröristi şirin göstermek ve bu suretle İslamofobi’nin en korkunç tezahürlerinden biri karşısında duyulabilecek insani duyguları bastırmak değil idi ise de gazetenin kullandığı melek yüzlü minik çocuk fotoğrafı ile bu sağlanmış oluyor. Ki aynı gazete, üç yıl önce Orlando’da bir gece kulübünü basarak 50 kişiyi öldüren barmen, salsa dansçısı kişiyi DAEŞ militanı diye sunmuştu. ABD polisi sapık katilin DAEŞ teröristi olmadığını kabul ettirmek için aylarca uğraşmıştı.
Sorun, gazeteyi (radyoyu, TV’yi, Web sitesini) hazırlayan editörün (yapımcının, iletişimcinin) kafasındaki imajda: Teröristin adı “Omar Mateen” ise Müslüman olabilir; Müslüman ise DAEŞ (El Kaide veya Taliban) mensubudur. Teröristin adı Brenton Tarrant ise, anasının-babasının bir melek olarak yetiştirdiği, kıvırcık sarı saçları olan ama her nasılsa kötülüğe bulaşmış bir kişidir; eylem örgütlü değildir. Bu zihniyete göre katilin Bulgaristan’dan Sırbistan’a, birçok Avrupa ülkesini gezmiş ve bu arada gidişte ve dönüşte iki kere Türkiye’de uğramış olması da hiç önemli değildir; önemli olan büyükannesinin “Ah yavrum! Nasıl da iyi bir çocuktu…” diye dövünmesidir.
İletişim kuramları arasında “human interest” (odağı insan olan) habercilik diye bir şey vardır. İki gündür Amerikan, İngiliz, Yeni Zelanda ve Avustralya gazetelerinden birçoğunun ısrarla Cuma Katliamcısının “Nasıl böyle kötü bir kişi haline döndüğü” üzerinde durdukları bu anlayışla açıklanabilir. Ancak uluslararası gazetecilik ilkeleri, iyi insanların nasıl kötü hale dönüştüğü gibi tali konulardan önce, böylesine feci bir olay karşında teröristin kurbanlarını, ailelerini ve o çevredeki Müslüman topluluğunun hissiyatını aktarmayı gerekli kılıyor.
Batı basının hepsi böyle değil ve gazetecilik ilkelerini hala gözeten kurumlar var. Fakat ötekiler öyle bir şablon oluşturuyorlar ki, hangi inanış ve milliyetten olursa olsun ahlak ve vicdan sahibi batılı-doğulu insanlar artık bu işe bir dur demenin zamanı geldiğini söylüyorlar. Nitekim sosyal ağlar, katliamdan bu yana teröristi olduğu kadar bu yayınları kınayan mesajlarla dolu.
Bir gazetenin, televizyon kanalının veya ABD başkanının kurbanların camide bulunan Müslümanlar olduğunu belirtmemesi, gerçeği nasıl değiştirir? Değiştirebilir mi?
Çoğulcu dünyamızda bu artık mümkün değil. Ancak bu tutum, melek yüzlü birçok çocuğun Müslümanlara karşı şiddeti ve terörü hoş görmesini sağlar; ortaya yeni Brenton Tarrant’lar çıkartır. Sonra da merak edersiniz, “Ne oluyor bu çocuklara?” diye.