Önce Genç Osmanlıların, sonra Jön Türklerin, sağcısından solcusuna, muhafazakârından liberaline Türk aydınlarının bir tür okulu olmuştu Fransa. Modernleşme, batılılaşma ile o da Avrupalılaşma ile bir tutulmuştu ülkemizde. İlk yerleşik büyükelçimiz Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin gönderildiği Paris’teki anılarını okuduğumuz 1720’den bu yana Avrupa dendiğinde aklımıza ilk Fransa gelir. Ülkemizde en çok öğrenilen yabancı dil Fransızca olmuştur. Şimdilerde Almanya ve İtalya’dan sonra üçüncülüğe düşmüştür ama Fransa, yakın tarihe kadar Türklerin en çok ziyaret ettikleri ülkeydi. Fransa hala Türk öğrencilerin en çok tercih ettiği 5’nci ülke konumunda.
Bu sıkı ilişki, Osmanlı’nın parçalanarak yok edilmesinde İngiltere kadar aktif rol oynamış olmasına rağmen, örneğin Yunan ordusunu “Gel Anadolu’yu işgal et” diye ikna eden, onları gemileriyle İzmir’e getiren ülkenin Fransa olmasına rağmen devam etmiştir. Hatay’ı vatana yeniden katmamıza en çok direnen, Türkiye’yi yeniden savaşın eşiğine getiren Fransa olmasına rağmen.
Azerbaycan’ın Ermenistan tarafından işgal edilen topraklarının iadesi ve soruna barışçı yollarla çözüm bulunması için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (OSCE) bünyesinde yapılan müzakerede Minsk Üçlüsü denen ve Fransa’nın da üyesi olduğu gruba, 1992’de Türkiye’nin de oyuyla sürekli yetki verilmesi, ulusal belleğimizin çok kısa oluşuyla açıklanabilir mi? Yoksa sadece 80 yıl önce, Yunanistan’ı kukla gibi oynatarak, üzerine saldırtmış bir ülkenin, Sevr’de ülkenin üçte birini sözde bir Kürdistan ile bir Ermenistan oluşturulması için elinden almak üzere anlaşmalar, sözleşmeler hazırlatmış bir ülkeye, neden Azerbaycan’ın geleceğini emanet edersin?
Şimdi anlıyoruz ki Azerbaycan işgalinin 37 yıldır sürmesinin ve hem Azerbaycan’ın hem de Türkiye’nin oyalanmasının müsebbibi Fransa’dır. O Fransa ki, Azerbaycan ülke topraklarını kanla kurtardıktan sonra, parlamentosunda kabul ettiği bir yasayla, Dağlık Karabağ’ı bağımsız ülke olarak tanıyor.
Şimdi anlıyoruz ki, Minsk Üçlüsü’nün diğer iki üyesi ABD ve Rusya’yı da bu işgalin sürmesi, çözümün sürüncemede kalması ve böylece bir ilhakın sessiz sedasız, emrivaki ile dayatılması için ikna eden de Fransa’dır.
Bu Fransa şimdi, 15 Mayıs 1919’da gemileri ve başlarına komutan tayin ederek İzmir’e taşıdığı Yunan ordusunu, yeniden Türkiye’nin üzerine kışkırtıyor. Hiç yoktan icat edilmiş küçük bir ülke iken İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı’dan koparttığı topraklarla bugünkü alanına kavuşan ve yine İngiltere ve Fransa’nın İtalya’nın elindeki emanet Türk adaları verilerek adeta Ege’nin hâkimi haline getirilen Yunanistan, daha önce de kışkırtmalara geldiğini unutmuşa benziyor.
Yunanistan demeyelim; çünkü Yunan halkının çoğu bu maceraya karşıdır ve Türkiye dostluktan yanadır; Yunanistan’ın başını 1920’de yakan Venizelos’un bu büyük torunu Kiriyakos Miçotakis diyelim. Ülkesini sürüklediği ekonomik bataklıktan kurtarmak için Fransa’nın sadakasına muhtaç olan Miçotakis.