Trump’ın seçim kampanyasında 10 Ağustos 2016’da sarf ettiği bir söz vardı ki kendisini Ortadoğu halklarına sempatik gösteren tek sebep buydu diyebiliriz: “IŞİD’i (DAEŞ) Obama ile Hillary birlikte kurdular.”
Bu konuşmanın videoları hâlâ YouTube’da duruyor. Aradan iki yıl geçiyor, ancak Trump Obama’yı suçlu ilan ettiği Suriye politikasını aynen sürdürdüğü yetmiyormuş gibi, Türkiye ile Rusya arasındaki giderek düzelen ilişkileri baltalamak için DAEŞ dahil her türlü pisliği kullanıyor.
Son olay Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin’i ikna ederek sağladığı ve dört bir yandan her türlü sabotaja açık İdlib mutabakatından 10 saat sonra, DAEŞ’in Suriye hükümet mevzilerine saldırmasıdır. Aylardır sesi çıkmayan, katil Beşar’ın kendilerine attığı birkaç kemik durumundaki petrol kuyularının gelirini PKK-PYD-YPG teröristleriyle paylaşan bu caniler sürüsü, birden hiçbir kazanç sağlamayacağı bir yerde saldırıya geçiyor. Gerçi bu saldırı haberi, ABD’de bulunan sözde Kürt kaynaklarından ve bir iki İsrail internet sitesinden geliyor ama televizyonlarda İdlib haberinin ya önünde ya ardında yayınlanıyor; sonuç, Türkiye ile Rusya’nın İdlib’de muhakkak bir insanlık faciasını önlediği algısı oluşmamış oluyor.
İsrail’in Soçi sonrası sahne aldığı son olay bu değil. Soçi Mutabakatı 24 saatini doldurmadan, İsrail ve Fransa, ortak bir harekât ile Şam yakınlarında İran’a ait olduğunu öne sürdükleri bir hedefi vurdu. Fransa’nın birden İsrail ile ortak harekât arzusu nereden doğdu, doğrusu kestirmesi zor. Bilinen son Fransız operasyonu nisan ayında idi. Düne kadar İran’ın Şam yakınlarında bir varlığı bulunduğuna dair ne uyarı ne kınama vardı. Üstelik bu harekât İsrail tarafından öyle ustaca düzenlenmiş ki Suriye hava savunması, İsrail uçağı vurduğu zannıyla Rus uçağı vurup, 15 Rus askerini öldürüyor.
Bu iki ülkenin ve DAEŞ’in birden Beşar Esad düşmanlığının kabarmasındaki gerçek sebep nedir?
Çağımız artık olgu değil, algı çağı. İşine gelmeyen bir gerçeği ne kadar çok insanın gözünden kaçırabilirsen, o kadar kazançlısın. Türkiye, dünyayı korkutan masum sivillerin kitle halinde katledilmesi ihtimalini ortadan kaldıran, Suriye’deki son terörist yığılma bölgesinin tedricen yok edilmesi ve ülkenin uzunca bir süre çatışmasızlık dönemine girmesini sağlayacak mutabakatı Rusya ile tek başına görüşerek sağlamış mı? İşte bunu aman kimse duymasın. Çünkü dergilerde, gazetelerde, televizyonlarda çarşaf çarşaf yayınlanan felaket tellallıklarının aslı olmadığı anlaşılabilir. “Ee, hani bu ülke batıyordu? Ne oldu Türkiye’nin artık bölgede bir hükmü yok diyordunuz?” derler.
Araya bir DAEŞ saldırısı, bir Suriye harekâtı, düşen Rus uçağı sokarak 7 yıllık savaşın belki de en kanlı safhası olabilecek bir toplu katliamın önlenmiş olmasını dünya kamuoyunun gözünden kaçırmaya çalışmakla, ABD ve Fransa hükümetleri iyi bir iş yapmıyor. Türkiye’nin güçlü ve bölgesinde etkili bir ülke olması, herkesten önce, hâlâ kendisini Türkiye’nin müttefiki sayan bu ülkelerin işine gelmelidir.