Uluslararası Para Fonu (IMF), bu kez ABD ekonomisi ile ilgili kaygı dolu bir rapor yayınladı. Bu rapora göre, alınan bütün önlemlere rağmen ABD ekonomisi hızla yeni bir enflasyona doğru yuvarlanıyor. IMF raporuna göre Amerika Federal Merkez Bankası’nın üst üste aldığı faiz artırma kararlarına rağmen, Başkan Donald Trump ve Cumhuriyetçilerin geçen yıl aldıkları, bir süre işe yaramış olan vergi oranlarında azaltma kararları tamamen işlevsiz hale gelebilir. Bu, dünya ekonomileri için çok kötü bir haber değeri taşıyor.
Muhafazakâr ekonomistlere göre, büyük firmaların ve yatırımcıların vergisini azaltırsanız, bu kesim küçük firma sahiplerinden farklı olarak, ellerinde kalacak olan “fazla” parayı yatırıma ayırıyorlar; yeni iş alanları açıyorlar ve devletin kasasına sonuçta daha fazla vergi hasılatı girmiş oluyor. Başka bir deyişle devlet bir koyuyor ve en az üç alıyor. Bunu ülkemizde ilk uygulayan rahmetli Özal olmuştu. AK Parti hükumetleri de vergi oranlarında indirimin istihdamı artıran etkisini bilen nadir hükumetlerimiz arasında.
ABD gibi, konulan “bir” ve derlenen “üç” birimin küresel ölçüde devasa rakamlar olduğu büyük ölçekli ekonomide, bu etki çok daha çabuk yüzünü göstermiş ve
Daha birkaç hafta önce Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep olacağı sanılan Kuzey Kore lideri ile bu savaşı memnuniyetle başlatacağından emin bulunduğumuz Başkan Trump’ın Singapur’da kaç kez el sıkıştıklarının hesabı bile tutulamıyor.
Sayın Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle, “Nereden, nereye?”
Şimdi sıra İran’da.
Tutum ve davranışlarında dürtü kontrolü eksikliği, narsisizm ve daha birçok patoloji gördükleri için ABD’de 27 psikolog ve psikiyatrın hakkında kitap yazdığı Trump’ı, saygın bir devlet adamı gibi hareket etmeye, masaya oturup efendice pazarlık yapmaya mecbur bırakan sır ne idi? İran’daki mollalar rejiminin, ABD’ye ve onunla pazarlık eden Kim’e hakaret yağdırmayı bırakıp, bu sırrı araştırması şarttır.
Şarttır, çünkü (a) kendi durumları ABD’yi yeni bir nükleer anlaşmaya zorlayamayacak kadar kritiktir ve (b) Rusya ve Çin gibi Kuzey Kore’yi koruyacak hamilerin yokluğu bir yana, karşısında kendisini bir kaşık suda boğacak bir sözüm ona “Sünni cephesi” vardır.
ABD’yi Kuzey Kore’nin ayağına getirten en önemli faktör, Rusya ve Çin’in, amiyane tabiriyle, Kuzey Kore’yi ABD’ye yedirterek, Amerikan emperyalizminin Kore Yarımadası’na bir kere daha yerleşmesine yol açmama
İsrail internet siteleri ve Amerikalı Neocon’lar, ne kadar inanmasa da, Kuzey Kore ve İran nükleer silah konusunda, nereye kadar gittiği belli olmamakla birlikte, gereken adımları atmış bulunuyor. İsrail siteleri, hemen her gün ABD’yi İran’a karşı “tabanca mermisi bile yapamayacak şekilde ülkeyi dümdüz edecek” bir savaş ilanı için kışkırtıyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, böyle bir saldırıda ABD’yi desteklemeleri için bir Avrupa turu bile yaptı. Kudüs kararından sonra ne Angela Merkel’den ne de Emmanuel Macron’dan yüz bulamadı, ama yine de şansını denedi. İsrail, İran’ın nükleer silah edinmek üzere (veya edinmiş) olduğuna inanıyor ve bunu önlemenin görüşmelerle değil, ancak bombardımanla olacağına -yaptığı patetik gösterilerle-Trump’ı inandırdı.
Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı John Bolton, Kuzey Kore’yi nükleer silahtan vazgeçirmek için görüşmenin değil Kore’yi bombalamanın çare olduğunu söylerken, benzeri bir kanıdan hareket ediyor. Nitekim görüşme yolunu bir kere daha denemeye mecbur olan Trump, Bolton’ı şimdilik bir kenara itmek zorunda kaldı.
ABD televizyonları, Kim Jung-un’un masaya üç taleple (silahların bir kısmını korumak, nükleer güç olarak tanınmak ve
ABD Merkezi Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Joseph L. Votel’in şahsi ısrarı olmasaydı, Türkiye-ABD ilişkileri bu kadar kötüye gitmezdi. Evet, ikili ilişkilerdeki dikenli konular dosyasında Fetullah Gülen’in iadesi, bu kişiye bağlı Amerikan eğitim kurumları ve diğer örgütsel faaliyetlerin durdurulması, 15 Temmuz darbe girişimine katılmaktan sanık Amerikalı din adamı Andrew C. Brunson’ın salıverilmesi gibi maddeler de var. Hatta ABD’nin İsrail’deki elçiliğini işgal altındaki Kudüs’e taşıması gibi ciddi bir sorun bile mevcut. Ancak bunlar savunma alanında müttefik iki ülkenin arasının bu denli açılmasına sebep olmayabilirdi. Org. Votel ve Münbiç’teki temsilcisi Korg. Paul E. Funk’ın PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG’yi sözde DAEŞ’e karşı eğitip-donatırken ettikleri sözlere bakarsanız, (“YPG sınır koruma gücü olacaktır.” Kimin sınırını kime karşı?) ABD ile bir terör örgütü arasında, devletler arası bir münasebet tesis edilmişti. Hele Amerikan Kara Kuvvetleri Özel Harekât komutanı Org. Raymond Thomas’ın adeta Türkiye’yi hafife alır bir edayla, gülerek, YPG’nin adını nasıl Suriye Demokrat Güçleri olarak değiştirdiğini anlattığı halâ hatırımızdadır. Dahası, generalin, “Bu kuvvetin adına
Ölüm, her zaman bir takım duyguları harekete geçirir. Doğrusunu söylemek gerekirse, insanın bazen sevindiği ölümler olsa da haksız bir ölümün, öldürülmenin acısı, öfkesi vicdanımızın bir köşesinde daima hissedilir.
Gazzeli Filistinliler, ABD’nin, elçiliğini Kudüs’e taşımasından bu yana İsrail işgal bölgesinin sınırında gösterilerine ve ölmeye devam ediyorlar. Bu gösteriler öncekiler gibi barışçıl değil. Filistinli gençler, tüm dünya Müslümanlarının yapmadığını yapıyor ve İsrail’in bu sessizlikten yararlanarak Kudüs’ü ilhakını önlemeye çalışıyorlar. Belli ki bu öfkede, Müslümanların sessizliği ve İsrail işgal ordusunun uyguladığı oransız şiddet rol oynuyor. Bu öfkenin dışa vurumu, karşıdaki boş işgal bölgesinde konuşlanmış İsrail askerlerine taş atmaktan ibaret.
İsrail’in taş atan bu gençleri hedef gözeterek ve gerçek mermi ile ateş açıp tek tek öldürmesi, aslında “oransız karşılık” kavramına bile sığmıyor. Bu, göz göre göre işlenen cinayettir. Bu cinayetlerin kurbanlarının sayısı 121’e ulaştı. 13 binden fazla da yaralı var.
Bu rakamlar artık size de, bana da, tüm dünyaya da hiçbir şey söylemez oldu. Birisi bize İkinci Dünya Savaşı’nda “50 milyon kişi öldü” dese, onu nasıl “Hayır 65
İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella alenen ve resmen İtalyan anayasasını ihlal ederek, seçilmiş çoğunluk partisinin hükümeti kurmasını önledi. O kadar ki, değil İtalyan tarihinde, Avrupa tarihinde görülmemiş bir yola başvurarak, hükümet listesini meclise yollayıp güvenoyuna sunmayı reddetti. Cumhurbaşkanı’nın “Böyle hükümetin kurulmaması, kurulmasından iyidir” diyerek bu garip yola başvurmasının sebebi, Paolo Savona isimli bir ekonomistin hükümet listesinde bulunması! Çünkü bu Paolo Savona, bazılarına göre, İtalya’nın AB’den çıkmasını istiyor ve onun yer aldığı hükümet, ister istemez, AB’den çıkmak için hazırlık yapacaktır.
İtalya’daki durumu aktarmaya devam edebilmek için ülkedeki durumu gözler önüne sermemizde yarar var: Kamunun borcu iki buçuk milyar euro’yu aşmış vaziyette. Bu ulusal gelirin yüzde 131’i! (Türkiye’de yüzde 28). Yani İtalya hiç üretmiyor, satmıyor; sadece dış borçla yaşıyor! Her dört aileden biri (6 milyon aile) yoksulluk sınırının altında ve yardımla yaşıyor. Her iki gençten biri işsiz. Hele ülkenin güneyinde, hükümetlerin satmadığı kamu hizmeti kalmadı. Aynen Yunanistan yani!
Ve aynen Yunanistan’da olduğu gibi, Almanya ve Fransa, Cumhurbaşkanı yoluyla, AB’den
Amerika’nın İran’a uygula-yacağı yaptırımlar, 90 ve 180 günlük iki ayrı süre içinde yürürlüğe girecek. Bu yaptırımlara uymayacağını açıklayan ve Avrupa firmalarının da yaptırımlara uymasını yasaklayan AB Komisyonu ile Amerika’nın, bu yeni çatışmadan nasıl sakınacakları en az üç ay sonra belli olacak.
Bu süre içinde yaptırımların yürürlüğe girmemesini sağlamanın bir yolu var: İran ile ABD’nin yeni bir nükleer anlaşma imzalaması. Bunun da görünürde bir tek yolu var: İran’ın ABD’nin ileri sürdüğü yeni 12 şartı kabul etmesi.
ABD’nin Merkezi İstihbarat Örgütü CIA’nin eski başkanı ve yeni Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, “İran’ı yaptırımlarla ezeceğiz” sözlerinin hemen andından, yeni bir anlaşma imzalamaya hazır olduklarını söyledi ve şartlarını açıkladı.
Nükleer programının askeri unsurlardan arındırılması, roket geliştirme çabalarından vazgeçmesi, bunun uluslararası denetimlerle doğrulanması gibi daha önceki anlaşmada olan şartları tekrar eden ABD, yeni taleplerde bulunuyor: İran’da tutuklu bulunan tüm yabancıların hemen salınması, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas ve İslami Cihad örgütlerine desteğe son verilmesi, Irak, Suriye ve Yemen’deki askeri unsurlarını çekmesi, Taliban ve El
Avrupa Birliği’nin (AB) Bakanlar Kurulu konumundaki Avrupa Komisyonu, geçen hafta, Birlik üyesi ülkeler şirketlerinin, Amerika’nın İran’a yeniden yürürlüğe soktuğu yaptırımlara uymamaları kararını aldı. Bu karar, AB liderlerinin önceki hafta Sofya’da aldıkları, ABD’nin çekilmesine rağmen İran ile nükleer anlaşmaya sadık kalma ve ABD’nin çekilmesinden dolayı AB firmalarının zarara uğramasını önleme kararını izliyor.
Bu toplantıdan sonra Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, liderlerin oy birliğiyle “Amerika’nın bu tek taraflı eylemine karşı Avrupa’nın çıkarlarını korumaya karar verdiklerini” söylemişti.
Şimdi bu siyasetin uygulamaya geçirildiğine tanık oluyoruz. Bir anlamda AB, merkezi Avrupa’da bulunan firmalara, İran ile ilişkilerini şu andaki gibi sürdürmelerinde sakınca olmadığını bildirmiş oluyor. Trump’ın -sadece İsrail’in sağladığı ve içeriğini kimsenin göremediği “delillere” dayanarak- İran anlaşmasından çekilmesi ve buna bağlı olarak İran’a belirli malların alım-satımının yeniden yasaklanmasının doğuracağı sonuçlardan kaçınmak isteyen Almanya’nın Siemens ve Fransa’nın Total şirketleri yaptırımlara uyacaklarını açıklamışlardı.
ABD Hazine Bakanlığı, yaptırımların biri 90 günlük,