ABD Dışişleri Bakanı Pompeo “Durun bu ne acele?” demeseydi, koca Arap Birliği Sudan ve Mısır’ın kuyruğuna takılıp, Beşar Esad’ın iki yanağından öpmek için kuyruğa gireceklerdi. Sudan devlet başkanı Ömer el Beşir’in Şam ziyaretinden sonra BAE ve Bahreyn kapıda 8 yıldır rengi solmuş levhaları boyatıp, Şam elçiliklerini geçen ay açmışlardı. Suudi Arabistan ve BAE’nin acelesi anlaşılabilir; Esad’ın kendi hava kuvvetlerine attırdığı varil bombalarının kevgire çevirdiği kentler yeniden inşa edilecek. Suudi müteahhitlere ve onların Amerikalı, İngiliz, Fransız ortaklarına iş lazım.
Sudan ve Mısır ise bu ülkelerin verdiği sadakayla geçinen diktatörlükler; dolayısıyla Suudi patronlarına şirin görünmeleri lazım. Lübnan’da geçen hafta yapılan Arap Birliği zirvesinde, sadece Katar lideri Şeyh Temim bin Hamed el Sani’ nin katılımı kısa ve gönülsüz oldu. Katar ve Moritanya, 8 yıl önce Suriye’nin askıya alınan üyeliği konusunda yeni bir karar alınmasına sebep olmadığını bildirdi. Diğer ülkeler ise katil Beşar Esad’ı bağırlarına basmaya hazır göründüler. Toplantı sonrası yorumlarda birçok gözlemci önümüzdeki Mart’ta Tunus’taki toplantıda Suriye’nin örgüte yeniden kabul edilebilmesinin muhtemel
Uluslar arası “Kürtleri koruma” koalisyonunun korosu, ABD’nin Suriye’den çekilmesi meselesini YPG’nin bekasına indirgemiş bulunuyor. Ajans haberlerine göre, ABD Savunma Bakanı Mike Pompeo da güvenli bölge ile ilgili hafta başındaki görüşmelerini bu konu üzerine çekmiş ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na “DAEŞ’e karşı savaşmış olan ortaklarımız...” diye başlayan acıklı bir giriş yapmış. DAEŞ ile mücadele bitmediğine göre, YPG’ye ihtiyaçları varmış.
Nitekim ABD’nin Irak’tan sonra Suriye’de sözüm ona DAEŞ ile mücadele için kurdukları uluslararası koalisyonun koordinatörü Brett H. McGurk’ün, Bush zamanında Irak’ta isteyenin bağımsızlık ilan ederek, istediği gibi devlet kurmasına imkân veren bir anayasayı Suriye’de de gerçekleştirme hevesi kursağında kalınca, “DAEŞ bitmedi” yalanına sarılmasındaki taktik de bu idi: “YPG bize hâlâ lazım!”
Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriye’de ilk ayaklanmalar başladığında, Suriye lideri Beşar Esad’ı, artan muhalefete karşı demokratik çözümler üretmek üzere zorlayacaklarına, eline silah geçiren her grubu “demokrasi güçleri” diye ilan edip, ABD desteğinden nasıl yararlanacaklarına dair şartnameler yayınlamasa ve ihaleler açmasaydı (ki bu
Senatör Lindsey Graham, Türkiye’nin bölgesel ve küresel önemini bilen, Türk siyasetçilerle daha önce ikili ilişkilere yön verilmesine ilişkin çok sıkı iş birliği sicili olan başarılı bir siyasetçidir. Senatörün 30 Aralık’ta Beyaz Saray’da Trump ile yaptığı görüşmeyi, Amerikan medyası ve haber ajansları o kadar taraflı, o kadar “Yalan haber” çerçevesinden, Trump’ı küçültmek, bir senatörü daha Trump’a ve dolayısıyla Türkiye’ye karşı imiş gibi gösterme gayretiyle verdiler ki, senatör sonuçta ona hiç yakışmayan, Türkiye dostluğuna tamamen ters düşen bir tutumu savunmuş gibi oldu.
Trump’a “Suriye’den çekilme, yoksa Türkler Suriyeli Kürtleri katleder” diyecek son kişilerden birisi olan Senatör Graham, PKK ile PYD ve YPG arasındaki örgütsel bağları, alışverişleri, silah aktarmalarını sadece bilen kişi değildi; bu ilişkileri, Obama’nın da Trump’ın da devrinde Kongre komisyonlarında, kafaları önlerinde, adeta ağızlarından çıkan sözleri yutarcasına söyleyen ABD’li bakanlık yetkililerine, itiraf ettirmiş kişiydi.
Ama ortaya, Macron’undan Netanyahusu’na, Savunma Bakanından, uluslararası koalisyon koordinatörüne, Türk’ünden Amerikalısına sürü-sepet gazetecilere öyle bir “Aman çekilme! Yoksa
ABD, 20 yıl ara ile Avrupa’yı kendilerini ve beraberlerinde dünyayı mahvetmek üzere başlattıkları iki büyük savaşı önledikten sonra bu işin daha az kanlı ve daha az maliyetli (iki savaşta toplam 37 milyon insan öldürüldü) olması için bir çare düşündü ve Avrupa’nın da ABD gibi bir “birleşik devletler” olması formülünü buldu.
Daha birkaç yıl önce birbirlerinin gırtlağına sarılmış Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya böyle bir birleşmeye ABD iki parmağını şaklattığı anda elbette hazır değildiler. Avrupa Çelik ve Kömür Birliği, Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Topluluğu derken, 1952’den bugüne kadar, kimi zaman ayak sürüyerek kimi zaman isteyerek, ortaya bir AB çıkartmayı başardılar.
Eğer dünyada siyasal ileri görüş ödülü diye bir Nobel olsaydı kesinlikle 1967’de İngiltere ile AET arasında ortaklık anlaşması imzalandığında “İngilizler bu işten eninde sonunda sıkılacaklardır” diyen SBF’deki İngilizce hocamıza verilmelidir. Savaşta bir bacağını kaybetmiş, tahta bacakla yürüyordu ama yine de savaşa kesinlikle kapıyı kapacak bir birlik formülüne hayır diyebiliyordu.
Nitekim önceki gece İngiliz parlamentosu da benzer bir milliyetçi inatla, yeniden referanduma veya daha ılımlı bir “çıkış”
John Bolton, 15 Temmuz gecesi, “Bu gece devrilirse arkasından bir damla bile gözyaşı dökecek değilim” dediği, 9 ay önce ise Türkiye’yi NATO’dan kopartıp, “daha fazla radikalleştirerek İslamcı hale getirdiğini öne sürdüğü Başkan Erdoğan ile ne yüzle yapmak istediği görüşmeyi yapamadan ülkesine döndü. Bolton, Ankara’ya ayak basmadan 24 saat önce, İsrail’de, “Türkiye’nin Kürtleri katletmesi tehlikesi” bulunduğunu öne sürmüştü. Bu demeçten bir gün önce de ABD dışişleri bakanı çok daha başka anlam ve mecazlarla yüklü bir kelime ile Türkiye’nin PKK/PYD terörü ile mücadelesine leke sürmeye çalışmıştı. Bolton Ankara’da bulunduğu sırada Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, bakanlar, birçok STK uzmanı, Türkiye’nin ülke içinde, Irak’ta ve Suriye’de PKK-PYD ile mücadelesinin öznesinin Kürtler değil teröristler olduğunu çok açık ifadelerle yeniden anlattılar.
Bu başarısız ziyaretin ardından, umulurdu ki, bir müttefik olarak ABD, yetkililer ile, medyası ile Türkiye’nin ne dediğini duyduklarını ifade eden şeyler söylesinler.
Hayır, öyle olmadı. Steven Cook’undan Joshua Landis ’ine, Foreign Policy dergisinden CNN’e, İsrail gazetelerinden, Washington Post’a, adı edilmeye bile değmeyecek yazar takımı, okuma
Ah o duvar! Güney Amerikalı yoksul ve işsiz halkın, “imkânlar ülkesi Amerika” hayaliyle Meksika’dan gizlice ABD’ye girmesini önlemek için inşa edilecek duvar! Bu yüzden ABD hükümeti 19 gündür kapalı. Güvenlik birimleri ve hava ulaşım denetim kurumu ile birkaç istisna hizmet dışında, 9 bakanlık ve birçok dairede görevli 1 milyon federal memur bu ay başında maaş alamadı. Federal maaşlar 15 günde bir verildiği için, Kongre’deki Demokratlar ile Trump arasında bugün yarın bir anlaşma olmazsa gelecek hafta da maaş alamayacaklar.
Trump bu durumu devam ettirmek ve meşhur duvarını ne pahasına olursa olsun dikmek için, ülkede olağanüstü hal ilan etmeye hazırlanıyor. Güya, duvar olmadığı için Meksika sınırından ABD’ye sızan terörist olması ihtimali bulunan 4 bin kişi yakalanmış, bu durum ulusal güvenlik açısından olağanüstü bir durum teşkil ediyormuş. Oysa bu rakam, Meksika sınırıyla ilgili değil, tüm havaalanları, limanlar ve sınırlar için geçerli ve son birkaç aya değil koca bir yıla ilişkin! Yani Trump ve Pence bu duvar için sonunda yalan silahına sarıldılar ve ABD halkına yalan söylemeye başladılar.
Ve bu durumdan istifade eden, sadece Suriye’deki iki terörist örgüt: PKK/YPG ve DAEŞ.
Nasıl?
Mısır’ın İsrail ile meğer çok boyutlu ve “derine giden” ilişkileri varmış! Mısır devlet başkanı Abdül Fettah El Sisi, bunu ABD’de CBS televizyonuna verdiği mülakatta açıkladı.
Olabilir. İki komşu ülke sonuçta. Halkının büyük çoğunluğu Filistinlilerin yıllardır her türlü sorununu halleden bir ülkeden söz ediyoruz. İsrail’in Filistinlilere ulaştırılmasını yasakladığı birçok mal ve hizmet Mısır halkı tarafından gizlice sağlanıyor. İsrail ne kadar önlemeye çalışsa yine de Mısırlılar ve Filistinliler, 12 kilometrelik sınırın bir yerinde bir tünel kazmayı başarıyorlar.
Ama Sisi’nin sözünü ettiği “çok boyutlu ve derin ilişki” bu değil tabii. Sisi, örnek olarak İsrail ile Sina’daki DAEŞ teröristlerine karşı mücadele iş birliğinden söz ediyor. Ancak CBS televizyonunun yayınladığı metinde sunucu Sisi’ye, “İsrail ile ilişkileriniz tarih boyunca en yakın olduğu bir dönemde mi?” diye soruyor. Sisi tereddütsüz ve çok memnun bir tarzda ilişkilerin geniş boyutundan söz ediyor. Televizyonun haberinde sunucu ekliyor:
“İsrailli yetkililer Sisi yönetimiyle vardıkları güvenlik iş birliğini açıkça övüyorlar. İsrailliler bugüne kadar Mısır’ın vermekten kaçındığı izinleri alarak, Mısır’a asker, top ve
En az 2006’dan beri, ABD’de derin devletin, Neocon’ların, Dışişleri ve Savunma bürokrasisinin, Evanjelist Hıristiyan kiliselerinin, İsrail’de bazı mekanizmaların, Ortadoğu’da haritanın yeniden çizilmesi için siyaset ürettiğine, kitap ve makale yazdığına tanığız. Bu bazı meraklı gazetecilerin fantezi komplo teorisi de değildir. Bu siyasetin ABD toplumuna ve bu arada her iki partinin etki ekseni dışında kalan Başkan Trump’a kendisini kabul ettirmek için ürettiği argümanları hatırlayalım:
Türkiye’de siyasal iktidarın bir daha demokratik yoldan el değiştirmesi ihtimali bulunmadığı... İktidarın ortağı, vesayet odaklarının, başta asker-sivil pozitivist-laik merkezler olmak üzere, siyasal iktidara yeniden ayar vermesinin de imkânsız hale sokulduğu... İran’ın verdiği sözlere rağmen nükleer araştırmalarına gizlice devam ettiği... Türkiye’nin, ABD ve AB’nin bütün çabalarına rağmen, Rusya ve İran’ı uluslararası diplomasinin meşru aktörleri haline getirdiği... İsrail’in ve Batı’ya akan petrollerin tamamen korumasız kaldığı...
Bunlara karşı Trump cephesinde tek satırlık fikir üretilmiş değil. Trump’ın kendisi okumayı-yazmayı seven (hatta becerebilen) birisi değil. 280 karakterlik Twitter