"Ege’de kabul edilebilir bir çözüm" ifadesi Yunanistan’ın Yeni Demokrasi Partisi lideri ve başbakanı Kriyakos Miçotakis’e ait. Komşu, bir taraftan Türkiye’yi Ege’de saldırganlıkla suçlarken, bir yandan da Türkiye ile bir ortaklık tesis etme umudunu dile getiriyor.
Kavgada yumruk sayılmazmış! Aynı mantıkla, barışmakta olan hasımlar arasında da anlaşmazlıktan karşı tarafı sorumlu tutan demeçleri de belki ciddiye almamak gerekir.
Başbakanın demecindeki “Ege’de kabul edilebilir bir çözüm” beklentisinde samimi olduğunu varsayarak, bunun ne gibi tavır ve tutum değişikliklerini kabule niyetli olduğunu bütün Türkiye merakla bekliyor.
Yunanistan, Türkiye ile karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm keşfetmek amacıyla sürdürdüğü, 2002 yılında başlayan, sonuncusu ve 60’ncısı 1 Mart 2016’da Atina’da yapılan görüşmelere şimdi yeniden dönüyor. Görüşmelerden çekilen esasen Miçotakis değil, ondan önceki, Yunanistan’ı Avrupa’nın fakir ülkesi olmaktan
Yunanistan’ın 25 Mart 1821’den, yani kurulduğu günden bu yana tek hırsı büyümek, genişlemek oldu. Ulusal tasavvurlarının adı bile “büyük rüya.” Kitaplarında bu rüya “kaybedilmiş toprakları edinmek” olarak açıklanıyor. 1919’da Venizelos’un Paris Konferansı’na sunduğu haritada, Arnavutluk ve Bulgaristan’ın yarısı, Ege, Marmara ve Karadeniz bölgeleriyle, Adana’ya kadar Akdeniz sahilleriyle Anadolu’nun yarısı ve tabii Ege Denizi’nin tümü Yunanistan’a ait olması gereken yerler olarak gösterilmişti.
O tarihe kadar beş kez İngiltere-Fransa tarafından Osmanlı’dan ve Balkan ülkelerinden kopartılan topraklarla genişletilen ve Paris’te haritasına vaat alan Yunanistan’ın hayali gerçekleşemedi. Avrupa’nın bu şımarık çocuğu 100 bin gencini kurban verdiği bu maceradan tamamen eli boş dönmedi. Türkiye’nin savaş sırasında İtalya’ya emanet ettiği 12 Ada’nın kendisine verilmesi için 20 yıl Avrupa’da kampanya yürüttü. İtalya’nın İkinci Dünya Savaşı
1974’tü, Venezüela’nın başkenti Karakas’ta 3’ncü Deniz Hukuku Konferansı toplanacaktı. O tarihte görevli olduğum Hürriyet gazetesi, Yunanistan’ın Ege’de karasularını 12 mile çıkartma hazırlığı sebebiyle uzmanlarla, iki ülkenin siyasetçileriyle konuşarak uzun süren bir yayın yaptı. Yayın “Olmaz olsun böyle dostluk” manşetiyle başladığı için, ortalık bir anda ısındı tabii. Başbakan Bülent Ecevit, İsviçre büyükelçimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin eski üyesi, bilge hukukçu Suat Bilge’yi yeni hükumeti bilgilendirmesi için Ankara’ya çağırdı. Bu vesile ile Prof. Bilge’nin arzu eden gazetecilere de uzun bir deniz hukuku dersi vermesi sağlandı.
Dersin özeti şuydu: “Yunanistan, yaklaşan deniz hukuku konferansında, büyüklüğüne bakmaksızın her adanın ana kara gibi kıta sahanlığı olmasında ısrar edecek. Bu andaki karasularının uzunluğu meselesini sadece Türkiye’nin dikkatini başka yere çekmek için yapıyor. Yunanistan, adaların kıta sahanlığı
"Ortadoğu Barışı" yıllarca “Filistin Sorunu” adı verilen, İsrail’in kuruluşunda yapılan hatalar ve daha sonra İsrail’in Arap topraklarını işgaliyle kronikleşen sorunlar yumağının çözümüyle mümkün olacak sanıldı. Ta ki sahneye ABD Başkanı Donald Trump’ın “kıdemli siyasal danışmanı” ve kızının kocası, Musevi iş adamı Jared Kushner çıkıncaya kadar.
Kushner, Filistin’in adını anmadan ve sadece yeni iş alanları açılması bağlamında Mısırlılar ve İsraillilerden söz ederken bölge halkından birileri olarak Filistinlileri de zikreden bir anlaşma taslağı açıkladı. “Yüzyılın Anlaşması” adını verdiği bu belgeyi yazabilmek için bölgeyle ilgili en önemli 25 kitabı okuduğunu açıklamış olan Kushner’i iki sebeple kutlamak gerekiyor:
Sebeplerden biri, kitap okumanın artık bir öneminin kalmadığı olabilirdi; ama bilinen sebeplerle bunu zikretmiyorum!
Diğer tebrik sebepleri şunlar: Bu anlaşmayı Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’den başkasına satamamış olmakla birlikte, Kushner hem Trump’ın hem de Netanyahu’nun seçim
Yunanistan başbakanı Kriyakos Miçotakis, Selanik’e gelerek, ülkesinin silahlı kuvvetlerini güçlendirmenin zamanı geldiğini söyleyip yeni bir satın alma programı açıkladı. Bu programın Yunanistan’ı çok güçlü ve dirençli hale getireceğini söyledi. Dahası, bu programın, hafta sonu Korsika’da yapılan AB üyesi 7 Akdeniz ülkesinin katıldığı MED7 toplantısından sonra, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile görüşmesinde oluşturulduğunu ifade etti.
Başka bir deyişle, Fransa Yunanistan’a yeni silahlar veriyor. Ki kurban boynunu bıçağın altına uzatırken, yüksek bir morale sahip olsun, “Belki Türkiye beni kesmez; güçlendiğimi görür de çekinir,” desin.
Miçotakis’in övünerek açıkladığı bağış listesinde 18 adet Fransız yapımı Rafale savaş uçağı, dört adet çok amaçlı firkateyn, dört deniz helikopteri bulunuyor. Yunanistan ayrıca silah endüstrisinde istihdam edilmek üzere 15 bin “asker” alınacağını da söyledi.
Yunanistan’ın değil dört
Yunan siyasetçilere Paris taraflarından yeni bir rüzgâr esmez ise, Yunan askeri yetkilileri bugün NATO bünyesinde Türkiye ile görüşmelere başlayacaklar. Yunanistan, aynı görüşmelere 4 Ağustos’ta da evet demiş ama Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un telefonu ile NATO genel sekreterini yalanlamışlardı.
Bir NATO üyesinin NATO genel sekreterini yalanlaması, birliğin 71 yıllık tarihinde görülmüş bir şey değil. Ama Yunanistan’ı bu yola iten Fransa Cumhurbaşkanı’nın niyeti NATO’yu yıkıp yerine kendi ülkesinin önderliğinde bir Avrupa İttifakı ordusu kurmak olduğu için, genel sekreterin otoritesine saygı, üyeler arasında asgari nezaket düzeyi, kazara çatışma çıkmaması gibi ilkelere dikkat etmiyor.
İki yıl önce, Verdun’daki Batı Cephesini ziyaretinde, “Rusya gerçek bir tehdit olduğunu gösteriyor; Avrupa’nın gerçek bir Avrupa Ordusu’na ihtiyacı var” sözleriyle niyetini açıkça ortaya koymuş olan Macron’un Avrupa tanımında Türkiye’nin bulunduğunu sanmak, korkarım, aşırı
Birinci Dünya Sava-şı’ndan sonra İngiltere, dünyanın bu konudaki bilgisizliğinden yararlanarak, Osmanlı İmparator-luğu’nu parçalamak suretiyle, Orta Doğu petrollerinin üzerine oturmak istedi. Bunun yolu, savaştan sonra da Osmanlı’yı canıyla uğraştırmak, meşgul etmek ve dikkatini batıya çekmekti. Böylece Irak-Suriye ve Filistin’de istediğini yapabilecekti.
Nitekim öyle oldu ve Yunanistan -kendisinin bile hayal adını verdiği- Anadolu işgali için oğullarını İngiliz ve Amerikan gemilerine doldurarak İzmir’e yolladı. Parçalanan İmparatorluk içinden de ihanetlere uğramıştı; Yunan belasını defetmesi iki yıl aldı. İki yıl sonra Yunanistan, 100 bin gencinin cenazesini toplayarak geldiği gibi gitti. Bu macerada verdiği bunca kurbanın bedelini, daha sonra Osmanlı’nın savaş sırasında İtalya’ya emanet ettiği adaları alarak tahsil etti.
Ama Türkiye artık Çanakkale’nin, İzmir’in, Eskişehir’in, Bursa’nın işgallerinin yarasını saran Osmanlı artığı bir ülke değil. Türkiye, dışarıdan bakınca siyasal partileri arasında milli birlik sağlanmamış gibi
Eleftherios Kyriakos Venizelos, Yunanistan’ı yakan siyasetçidir. Kendisine “Sınırlarını genişleteceksin; Avrupa ülkeleri büyüklüğünde bir Yunanistan’a sahip olacaksın” diyen İngiliz ve Fransız subaylarının gerçek niyetlerini kestiremeyecek kadar dar görüşlüdür. Anadolu’yu işgal ederek, asırlık Helen hülyası Megali Idea’yı (Büyük Ülkü) gerçekleştirmeye kalktı. Sadece 100 bin Yunan gencine Anadolu’yu mezar etmekle kalmadı; milyona yakın Anadolulu Rum’u evinden barkından, huzurundan etti. 1917’de Avrupa’dan ABD’ye kadar birçok ülkede biyografileri yayımlanan, tanınmış bir Yunan lideri iken 1920’de seçimi kaybetti; bugün memleketi olan Girit’te bir küçük heykelle anılan, unutulmuş bir figür halinde.
Fakat Venizelos’un bir özelliği daha var ki milyonlarca Yunan gencinin, Akdeniz coğrafyasının ve Yunanistan sınırlarının da değişmesine sebep olacak türden.
Bu maceracı, yayılmacı ve beceriksiz siyasetçi, kendisi kadar beceriksiz, ama kendisi kadar muhteris,