Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye'nin iki cephesi var.
Ekonomik başkent İstanbul'un cephesi IMF...
Savaşa değil, o mevzilerden gelen haberlere endeksli...
Ankara'nın cephesi ise; Afganistan'a karşı başlatılan ve Ortadoğu'ya kayma kaygıları veren savaş...
Önce birincisi... Afganistan'ın toprakları, kayaları dövülürken - gariptir ama - Türkiye'de dolar ve faizler dün düşüşe geçti...
Borsa ise yükselişe.
Çünkü... Dünya Bankası Ankara temsilcisi Chhibber, "Türkiye'ye ek destek vereceğiz. Çok yakında açıklanacak" demişti.
Derviş'in G - 7'lerle Ankara'da yaptığı toplantıdan esen rüzgarlar da bu doğrultudaydı.
SPK'da saptanan hedefler "IMF ile hır çıkmayacağını" gösteriyordu.
Ve nihayet... ABD Başkanı Bush, dünkü konuşmasında "Türkiye'nin son harekata katkılarından duyduğu mutluluğu" belirtmişti. "Uluslararası finans kuruluşlarından Türkiye'nin aldığı desteğin sağlanmasında öncü rol oynamaktan memnunuz" diye desteğin süreceği mesajını vermişti.
İşte bütün bunlar Türkiye'de ekonomi nabzının bir günde normallere dönüşünü sağladı.
Siyasi başkent Ankara'ya gelince... Aslında biri diğeriyle içiçe geçmiş halkalar gibidir.
Ankara'da Ecevit'in 12 saatlik tereddüdü aşılıp hükümetin "asker gönderme ve asker bulundurma" tezkeresi TBMM'ye gönderilmeseydi... TBMM'den "yetki kararı" çıkmasaydı, acaba ekonomik cepheden böylesine iyimser haberler alınır mıydı?
ABD, IMF ve Dünya Bankası neyi bekledi?

ABD ve Türkiye, kapalı kapılar ardında 2 hafta boyunca süren nabız yoklamalarından sonra, kendileri için - maksimum değilse de optimum düzeyde - gerekli olanları elde etmiş gibiler.
Şöyle ki: "Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan harekata serin kalırken... İslam dünyasından Türkiye'nin - ilk aşamada istenilen kapsamda olmasa bile - kuvvet göndererek katılımı, ABD için önemliydi."
Türkiye
ise "ek yardım için destek vaadi" aldı.
Türkiye'nin, yıllar önce Arjantin'in girdiği sarmalda dönmeye başladığı ve her 6 - 7 ayda bir iç borç ödemelerini çevirebilmek için 7 - 8 milyar dolarlık ek yardıma ihtiyacı olduğu, sonra düşünülecek.

Artık hayatta olmayan Rus asıllı İngiliz düşünürü İsaiah Berlin şöyle yazmış:
"Robespierre 'sevgi krallığına bir kan okyanusundan gidilir' diyordu. Hitler, Lenin, Stalin ve diyebilirim ki Hıristiyanlar ve Müslümanlar, Katolikler ve Protestanlar arasındaki savaşların başını çekenler samimiyetle inandı buna.
Bir tek senin gerçeği gören sihirli bir gözün var.
Diğerleri sana karşı çıkıyorsa haklı olamazlar."
Bu çarpık mantığın sahipleri, kendi akıttıkları kanda boğuldular.
Şu son savaşın görüntülerinde de eğer çok geniş açıdan bakarsak, bu gerçek var.
Taliban ve şiddet sapığı Bin Ladin "kan dökerken haklı olduklarına" inanıyorlar.
Batı ise "canilere karşı adaleti yerine getirdiği, bunu insani değerleri gözeterek yaptığı" kanısında.

Z Magazine'de Noam Chomsky de şöyle yazmış:
"Mısırlı bir garson 'hem sana yemek vereceğim, hem de seni öldüreceğim ha? Düşündükçe deli oluyurum' diyordu."
Sokaktaki Amerikalı ise "vergimle Taliban'a yemek ve ilaç mı vereceğim?" diyor.
Afganistan'a havadan hem bomba hem de gıda ve ilaç paketleri atılmasının dışarıdan görüntüsü - kimilerince - böyle.
O halde... Ne gıda ve ilaç paketi makyajı, harekatın yüzünü değiştirebilir... Ne de "ebedi barış cennetine, yani sevgi krallığına kan okyanusundan gidileceğine" inanılabilir.
Böyle perakende görüntüler, zaten sirk aynaları gibidir.
Gerçekleri çarpıtarak, eğip büğerek olduğundan farklı gösterirler.
Oysa, gerçekleri ilkelerin ve evrensel doğruların aynasında görmek gerek.
Evrensel doğrulardan biri, hangi nedenle olursa olsun şiddetin yani terörün karşısında yer almaktır.