Şeffaflık, 21.yüzyıl demokrasi konçertosunun "sol anahtarı" gibi görülmeli.
Bu anlamda medya (gerçek olanı), bütün dünyada herhalde demokrasinin şafak bekçileri olacak.
Gerçeklerin günışığına çıkmasında öncülük katkısını sürdürecek.
Peki kendisi bir boyutuyla karanlıklarda kalırsa, bu işlevi sakatlanmaz mı?
RTÜK Yasası, gerçek ve tüzel kişilerin TV'lerde sermaye payını yüzde 20'yle sınırlandırmıştır.
Bu zorunluk nedeniyle, toplumda öteden beri saygınlığı, güvenirliği olan yayın kuruluşları ve onların sahipleri, ister istemez "yapay ortaklar" arasında hisse dağıtmışlardır.
Ama... Gene de denetimi ellerinde tutmuşlardır.
Sorumlu - hukuki değilse de - gerçek sahipler olarak toplumun karşısına çıkıyorlar, saklanmamışlardır.
Onların yayın kuruluşları da Anayasa, yasalar, meslek etiği, yayıncılık gelenekleri, ülkenin ve ulusun yararları doğrultusunda yayın ilkelerini - en azından inançla - uyguluyorlar.
RTÜK Yasası'ndaki dramatik hukuk mizahını bir örnekle yansıtalım...
Atatürk'ün kurucusu olduğu Anadolu Ajansı bile, RTÜK Yasası gereği radyosunun hissedarlarını, her iktidarla birlikte değişen 5 ayrı paravan kişiden oluşturmuştur.
Bu böyle sürer mi?
Belki...
Sorumluluğa sahip köklü yayın kuruluşlarının sahipleri de diğer pek çokları gibi bu statüyü sürdürebilirlerdi.
Ama... Kendilerine, camialarına ve topluma karşı olan saygıları ve görev etiği gereği rahatsızlar.
RTÜK Yasası'nın değişmesi için yıllardır verdikleri mücadelenin nedeni budur.
RTÜK Yasası'nın değişmesine karşı olanların - birkaç içten ideolojik görüş sahibinin dışında - çoğuna bakalım... Genelde "statünün devamı" onların işlerine gelmektedir.
Paravan firmalarını, odacılarını, kapıcılarını, özel görevlilerini, el altından sahibi oldukları televizyon ve radyoların hissedarları gibi göstermekte ve böylece her türlü kişisel sorumluluktan uzak kalabilmekteler.
Yani... Topluma karşı ne moral, ne de cezai sorumlulukları vardır.
Tazminat alınacak bir muhatap da değillerdir.
Kapılar böylece sözde sahiplere açık bırakılınca, laisizme, demokrasiye hatta ülkenin bütünlüğüne karşı yayınlar da kendilerine frekans bulabilmekteler.
İşte Anayasa Komisyonu'ndan geçen ve bugün TBMM Danışma Kurulu'nda görüşme tarihinin saptanması beklenen tasarı, başta bu konu olmak üzere önemli düzenlemeler getirmekte.
Örneğin... "Medya sahipliğinin yüzde 20 hisse ile sınırlanması" yerine, çok daha etkin olan başka bir ölçüt öngörülmekte; "Hiçbir televizyon kanalı, ülke genelinde izlenme oranlarının yüzde 25'inden fazlasına sahip olamayacak."
Bu sınır aşıldığında, geri çekecek önlemler konulmakta.
Tekelleşme önlenmekte.
Öte yandan... 5 yapay ve sözde ortak, gelir vergisi dilimlerini düşürmekte ve devletin vergi kaybına neden olmaktadır.
Bu sakınca da giderilmekte.
Yeni tasarıda cezalar da hukuk mantığına uyumlu hale gelmekte.
Örneğin "ekran kapatma cezası" kalkmakta.
Çünkü... Bir program yüzünden ekran karartarak, kanalın diğer programlarının, hatta milyonlarca izleyicinin de cezalandırılmaları yanlıştır.
Ama... Buna karşılık "sakıncalı programın durdurulması" ve çok daha ağırlaşan cezalarla caydırıcılık önalmaktadır.
Hukukun düzenleme dışında kalan internet gazeteciliğine de bu yasa tasarısıyla el atılmakta.
Aralarında İyi, saygın ve düzeyli gazetecilik yapan dostlar var.
Zevkle, ilgiyle izliyoruz.
Fakat... Kimileri şantaj, çarpıtma, tarikatçılık, ülkeyi bölmek, bozgunculuk yapmak için de internet gazeteciliğini kullanmaktalar.
Sorumluları kimlerdir?.. Belli değil.
Bunları mutlaka yayıncılık hukukunun özüne dokunmadan düzenlemek gerekiyordu.
Yeni RTÜK Yasası kapsamında bu işlev de var.