Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


"Afganistan'daki savaşa asker göndermek" ve "Taliban'a karşı Kuzey İttifakı liderlerinin Ankara'da yapacakları toplantı", gündemdeki sıcak tartışma konuları.
Bu iki olasılık, Türkiye'yi Bin Ladin terörünün hedef listesindeki öncelikli ülkeler arasına koyar mı?
Hükümetin önde gelen isimlerinden biri "terörist tehdidine kulak asarak devlet politikası saptanır mı? Olmaz öyle şey" diyor.
Bu bakış ilke olarak doğrudur.
Belki "hükümetin, askerin, devletin tavrı" olarak görülebilir.
Türkiye, elbette politikasını terör tehdidine göre değil... Kendi yararları, sorumlulukları, dostlukları ve insani değerleri çizgisinde belirlemeli.
Ama... Bu toplantının NATO Anlaşması çerçevesinde Türkiye'de yapılması, zorunluk değil.
ABD ile dostluk gereği de olamaz.
Örneğin toplantı neden sınırdaş Özbekistan'da ya da Pakistan'da yapılmıyor?
Sonuç...
Bu toplantının devlet politikası olması için açık bir neden yok ki "terör tehdidiyle devlet politikası değişmez" sendromunu yaşıyalım.
Hiç yoktan Afgan topraklarından belayı kendi topraklarımıza ithal etmek şart mı?

Asker isteğine gelince...
Türkiye, gerekli büyüklükte özel birliği göndermelidir.
Bu birlik çatışmalara girmeyecek, sadece Kuzey İttifakı kuvvetlerine eğitim verecektir.
Böylece... "Din kardeşlerine kurşun sıktı" ya da "masum sivillerin öldürüldüğü saldırılara katıldı" gibi iddialara konu olmayacaktır.
Terör psikopatlarına bizim topraklarımıza biyolojik, kimyasal pislikler sıçratmak, kanlı eylemler koymak gerekçesi verilmemeli.
NATO Anlaşması'nın 5.maddesine göre; "Üye ülkelerden birine dış saldırı, bütün üye ülkelere yapılmış sayılır. Her üye ülke ortak harekata kendi katılımının ne olacağını saptar."
Türkiye
üslerini, limanlarını, istihbarat ve iletişim olanaklarını sunarak NATO gereği olan katkısını yapmıştır.
Ama... Kan akıtmıyor.

Ankara, bir diğer boyuta da dikkat etmekte.
İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, ABD Büyükelçisi Pearson'ı kabulünde, 2,5 sayfalık bir not verdi.
"Kuzey Irak'taki Kürtler, Merkez Bankası kurmak girişimindeler.
Ulusal para basmanın devletleşme mesajı verdiği açıktır.
Türkiye'nin böyle bir oluşumu asla onaylamayacağını bir kez daha belirtmek isteriz."
Yani ortada bir Kabil - Bağdat hattı var.
Türkiye eğer simgesel de olsa 50 - 100 kişilik bir özel birlikle Kuzey İttifakı güçlerine - tıpkı Azerbaycan'da, Arnavutluk'ta olduğu gibi - askeri eğitim hizmeti verirse... Yarınlarda Kabil'de kurulacak barış gücünde yer alırsa... Oradaki bayrağın gölgesi, Kuzey Irak'ta oldu - bittilere karşı bir güvence sağlayabilir.
Silahlı Kuvvetlerimiz Afganistan'da - geri hatlarda da olsa - devredeyken, Kuzey Irak'ta devre dışı kalmamanın stratejik avantajını yakalamış olur.

Türkiye, Kuzey Irak'ta oluşumlar ya da Irak'a müdahale konularında çok duyarlı.
Bir anı...
Şam ziyaretinde İçişleri Bakanı Yücelen'e, Suriye İçişleri Bakanlığı İstihbarat Daire Başkanı Hasan Adnan Bedir şöyle diyor:
"İsrail Devleti kurulacak denildiğinde, o coğrafyadaki Museviler genel nüfusun sadece yüzde 5'i kadardı.
'İsrail Devleti mi?' dedik, güldük.
Bir baktık ki yüzde 50 olmuşlar.
Kuzey Irak'ta da devletleşme süreci seziliyor.
Beklemediğiniz bir süratle gerçekleşebilir.
En çok sizi rahatsız edecektir."
Türkiye
de bu gerçeğin bilincinde.
Bu kaygılara bir de "kurulmakta olan Avrupa Ordusu'nun karar mekanizması dışında kalmak" rahatsızlığı eklendi.
İsmet Paşa, "büyük devletlerle dostluk, ayıyla yatağa girmeye benzer" demişti.
Düşman olursan pençe yarası... Aynı yataktaysan sevgi çizikleri...
İkincisi, kötünün iyisi...