New York Times gazetesi “ABD’nin, İncirlik’teki sayıları 50’yi bulan nükleer silahı çekmek planı yaptığını” yazdı.
Gazeteye göre “haberini dayandırdığı yetkili, bu silahların artık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rehinesi haline geldiği söylemiş.”
Haberde “bunun Türkiye ile ABD arasındaki müttefiklik ilişkisinin -fiilen bitmesi- anlamına geldiği” yorumu da yer alıyor.
Öte yandan, Nükleer Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Araştırmaları Merkezi’nden Jeffrey Lewis de şöyle demiş:
“Tarihte ilk defa karşılaştığımız bir durum var. ABD’nin nükleer silahlarının bulunduğu bir ülke, ABD güçlerine top atışı yapıyor.”
..................
Son yorum gerçek dışı...
Türkiye harekâtın başından itibaren “alandaki ABD unsurlarına zarar vermemek için kararlılığını ve özen gösterdiğini” açıkladı, vurguladı.
Ancak...
Haberin ilk bölümü önemli.
Türkiye’nin ABD’ye karşı elinde bulundurduğu ve güçlü olduğuna inandığı kartlardan biri “İncirlik Üssü’nü kapatmaktır.”
Süleyman Demirel’in başbakan olduğu 1976 yılında bu kart masaya konulmuştu.
Ancak, 1980 yılında 12 Eylül askeri darbesini yapan Milli Birlik Konseyi kararıyla İncirlik yeniden ABD’ye açılmıştı.
O süre zarfında “üsteki nükleer silahlar ABD kontrolünün tamamen dışında kalmıştı.”
“Barış Pınarı” harekâtı sürerken, Amerika’nın sürekli uyarılarıyla karşı karşıya olan Türkiye -zorunlu olduğunda- İncirlik’i yeniden kapatabilir.
Bu bir sır değil.
Konuşulmakta.
ABD gerilimi “kopma noktasına” tırmanacağı bir duruma karşı, 1976-1980 sürecindeki duruma yeniden düşmemenin önlemini almak istiyor olabilir.
Zaten Türkiye’nin de topraklarında bölgeyi uçurabilecek bir nükleer stokun mevcudiyetinden memnun olduğu söylenemez.
Bir başka açıdan bakılırsa, “80 milyon Türkiye insanının, kontrolü ABD’de bulunan nükleer stokun rehinesi olduğu” yorumu da yapılabilir.
.....................
Asıl ciddiye alınması gereken şey, New York Times’ın, “İncirlik’teki 50 nükleer silahın çekilmesi için” bunun “Türkiye ile ABD arasındaki müttefiklik ilişkisinin -fiilen bitmesi- anlamına geleceği-” yorumunu yapmasıdır.
Yani...
“NATO üyeliğinden çıkarılma” durumunu düzenleyen bir madde yok anlaşmada.
Türkiye ile ABD arasında ikili anlaşmaların da “iptal edildiği” yolunda bir karar ve açıklama da gereksiz.
Hukuk çerçevesinde “üyelik” ve “müttefiklik” sürüyor görünse de “fiilen ayrılık” haline işaret ediliyor.
“Mahkemeden boşanma kararı olmamakla beraber, evli çiftin artık ayrı ayrı evlerde yaşamaları” metaforu yapılabilir.
Beyinde bitmiş bir ilişkinin fiilen de ayrı ayrı yaşamaya dönüşmesi hali.
.....................
Ancak...
Son kerte için yapılan “en kötü ihtimal” projeksiyonu içinde bulunduğumuz süreç için çok uzak.
Türkiye ile ABD ve Türkiye ile NATO arasındaki bağlar ve birbirine ihtiyaç öyle kolayca kesilecek, koparılacak gibi değildir.
Çok daha zorlu tansiyon sınavlarına dayanabilir güçtedir.
Bununla beraber, devlet adamlığı için “Öngörmek, yönetmektir” altın kuralını hatırlamakta ve hep akılda tutmakta yarar var.