Recep Tayyip Erdoğan'a "soğuk savaşın bitiş tarihi" için bir hatırlatma...
Odamda, 28 yıl süreyle Doğu ve Batı Berlin'i ayıran Berlin Duvarı'ndan koparılmış bir beton parçası var.
Almanlar taşa bir de damga vurmuşlar; "Original."
Üzerindeki dikenli tel parçasıyla birlikte taş, plastik bir platforma yapıştırılmış.
Plastiğin üzerinde Almanca, İngilizce, Fransızca "duvar" anlamına gelen "die Mauer, the wall, le mür" kelimeleri yer alıyor.
Altında:
"Berlin
13.8.1961 - 9.11.1989" yazılı.
O duvar, savaşın simgesiydi.
1989'da yıkılışı, soğuk savaşın bitişinin miladı kabul edilir.
Şimdi gelelim bu anının Recep Tayyip Erdoğan'la ilgisine...
Erdoğan dünkü basın toplantısında, tüyler ürpertici o Ümraniye konuşmasını "1992'nin soğuk savaş şartlarına bağlı siyaset anlayışı etkisinde yaptığını" söyledi.
Tayyip Erdoğan, "1989'da yıkılan duvarla birlikte noktalanan soğuk savaşın 1992'de hala sürdüğünü" sanmışsa, "Türkiye'yi yönetmek" iddiası için vahim bir durum!
Erdoğan, 1992'de yaptığı talihsiz Ümraniye konuşması için Keşke "o zaman bunları gerçekten söylemiştim. Erbakan'ın etkisi altındaydım. İnkar etmiyorum. Yanlış yaptım, şimdi değiştim" diyebilseydi. Kendisine ve topluma daha saygılı olabilirdi.
Oysa dün "o zaman söylediklerimin bazıları doğru, bazıları yanlıştı" söylemi ile "ileride seçim kampanyasını düşünerek, koşullara göre her yana çekilebilecek, esnek, kaygan ve kurnazca bir savunma taktiğini uyguladığı" izlenimini verdi.
Değişme iddiasına gelince...
Sadece "değiştim" demek de yeterli değil.
Bu değişimi oluşturan süreci, yani olayları ve onlarla örtüşen içsel değişimlerle kişilik yolculuğunu yansıtabilirdi. Böyle bir hesaplaşmayı kendisiyle ve toplumla yapabilirse, inandırıcı olma şansını kullanabilir.
Öte yandan... Recep Tayyip, "1992'de, Türkiye iki kutuplu siyaset etkisi altındaydı" dedi.
Oysa... Turgut Özal'ın Anavatan'ı, daha 1982'de "4 eğilimi birleştirme" iddasıyla ortaya çıkmış ve iktidar olmuştu. "Anavatan selamı", bunun simgesel anlatımıdır.
Türkiye siyasetinde yumuşama miladı, 1982'dir.
Tayyip Erdoğan ve kurmaylarının dün düzenlediği toplantıya "basın toplantısı" denemez.
Salona partilileri doldurup... Partililerin alkışları, alaycı tavırları ve müdahaleleriyle gazetecileri baskı altına almak... Daha önce hazırlanmış bir metni okuduktan sonra sadece 5 soruya izin vermek... Soru soran bazı gazetecileri neredeyse azarlamak...
Bütün bunlar, "basın toplantısı" değil "baskı toplantısı" görüntüleridir.
"Açık politika" ve "şeffaf parti" iddialarıyla çelişen bir "kapalı siyaset" izlenimi vermiştir.
"Yolsuzlukların üzerine gidilecek yerde, gündem değiştirmek için kendi üzerine gidildiği" iddiasına gelince...
Tayyip Erdoğan, basın toplantısına çıkmadan önce gazetelere bir göz atarak Bayındırlık Bakanlığı'nda başlatılan büyük yolsuzluk operasyonunu görebilmiş olmalıydı.
Sonuç olarak, bu basın toplantısında yeni birşey de söylenmedi.
Ancak...
"Bir adamın üzerine çok gidiliyor" kanısı vermek, hem amacını aşan bir görüntü çizer hem de ters etkiler yaratır.
Ayrıca... Durumu zaten artık yargıya intikal etmiş bulunmakta.
Siyasal islamda kimileri "takiyye" kuşkuları verse de...
Muhafazakar, çoğu imam hatip kökenli geniş ve nispeten genç bir tabana, ilk kez "Anayasal doğrultuda, demokrasiye ve Cumhuriyet ilkelerine, Atatürk'e bağlılık" mesajları verilmekte, tepki alınmamakta...
Bu fotoğrafı iyi okumak gerek.
Bir şeyler değişiyor.