Anthony Quinn adlı çınar da devrildi.
Onun "Tek Kişilik Tango" kitabının son sayfalarında ölümü için şöyle yazıyordu:
"Beni çam ağacından bir tabutun içine koyup toprağın altı ayak derinine gömmesinler, istemem; Yakıldıktan sonra küllerimin bir kavanoz içine konulmasını, öylece şömine rafına bırakılarak unutulmasını da istemem.
Bir düzine çocuğum var; Onlar beni Chihuahua'da bir tepeye kadar taşısın, sonra da kızgın güneşin altında çürümeye terketsinler isterim.
...Tepenin tam doruğuna, akbabaların ziyafet çekeceği şekilde yatırsınlar beni. Çocuklarım kendi yaşamlarını sürdürmek için geri dönerken, kuşlar da bedenimi gagalamaya başlasınlar. Kuşlar beni önce parça parça midelerine inderecekler, daha sonra da fışkırdığım topraklara geri dönmem ve sonsuza dek Meksika'nın bir parçası olarak kalmam için dışkı halinde kırlara bırakacaklardır."
Anthony Quinn, bunları 1995 yılında yazıyordu.
Onu hayata sımsıkı bağlayan ve 85 yaşından sonra son kez babalık duygu seline çeken, kızı Anthonia idi.
Anthony Quinn'in en büyük tutkusu, 21.yüzyılı da görebilmekti.
Ve şöyle yazıyordu:
"Önümüzdeki yüzyıla beni sürükleyip götürebilmek için neye gereksinim varsa, herşey var onda. Bugüne kadar sahip olduğum her çocuk, sevdiğim her kadın ve yaptığım her resim."
Anthonia'nın coşkusu, Anthony Quinn'i 21.yüzyılın ilk yılına kadar götürdü.
Bu dev adamın köklerini de anlatalım...
Anne... Meksika'da bir asille, çiftlik işçisi bir Kızılderili gençkızın evlilik dışı ilişkisinden doğmuş. Mavi gözlü bir Kızılderili - Meksika melezi...
Baba, sırım gibi bir İrlanda göçmeni...
Evlenirler. Birlikte Villa Pancho ve Zapata başkaldırısının devrim cephelerinde çarpışırlar.
Anthony Quinn, o başkaldırı mevzilerinde ana rahmine düşer.
Ve belki de bu ortam nedeniyle, devrim onun genlerine sindiği için yaşamı bir başkaldırı serüvenidir.
Daha çocuk yaşlarda Los Angeles'a göçen aileyle birlikte meyve toplayış... Boksörlük... Bir rahibin yanında asistanlık... Mimarlık... Ressamlık ve heykeltraşlık... Tiyatro ve nihayet sinema.
İlkokul bile bitirmemiş bir adamın, kütüphaneleri adeta yutarak müthiş bir kültür birikimine sahip oluşu...
Nişanlısının annesiyle yaşadığı tutkulu bir aşk ve onunla - son anda dönülen - nikah masasına kadar gidiş...
Dönemin en ünlü yazarlarıyla dostluklar...
Bazı kesitler sunayım...
Hollywood'un en zengin film yapımcısı Cecil De Mille'in kızıyla evlilik...
Karısının evlilik öncesi Hollywood ünlüleriyle sevişmesinin ruhsal yıkılışı... Ve - kendince - onurunu onarmak için, sinema dünyasının en güzel dişi yaratıklarıyla ömür boyu tükenmez yatak beraberlikleri...
Ama... Bir tek kişi için kompleksini yenememiş... Karısının seviştiği erkeklerden Clark Gable...
Sonra ardarda evlilikler, 12 çocuk...
Viva Zapata, Lust For Life filmleriyle aldığı Oskar ödülleri...
Ne ilginçtir ki... Bu ödülü, babasının devrim hareketlerindeki silah arkadaşı Zapata'nın kardeşi rolüyle alıyor.
Silvano Mangano'dan Marilyn Monroe'ya, Ava Gardner'e, Rita Hayworth'a kadar akla gelen tüm ünlülerle her film setinde şans arayan yıldız adaylarından tutunuz, ünlülere meraklı yöresel sosyetik kadınlara, setteki güzel figüranlara ya da makyözlere kadar uzanan sayısız sevgililer listesi...
İşsiz kalmayı göze alarak, kayınpederinin şirketinden rest çekip ayrılışı...
Kendine yeni bir hayat kuruşu...
Hollywood'da cadı avı başladığında, komünistler listesinde adının yer alışı... Aslında olmadığı halde "evet komünistim" diye meydan okuyuşu...
Yaşamda kendine tek rakip gördüğü Marlon Brando ile birlikte Rio Grande nehrinde "en uzağa kim işeyecek?" diye sidik yarışı...