Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Atina’da sıcak ağırlandı.
Geride kalan hafta Türk ve Yunan Gazeteciler Atina’da bir araya geldiler.
Genel Yayın Yönetmenimiz
Özay Şendir uluslararası ilişkiler donanımıyla ve iyi İngilizcesiyle bu toplantının öncüsü.
Görüntü merhum Bülent Ecevit’in şiirindeki gibi:
Aramızda bir mavi büyü bir sıcak deniz kıyılarında birbirinden güzel iki milletiz bizimle dirilecek bir gün
Ege’nin altın çağı yanıp yarının ateşinden eskinin ocağı
Keşke gerçek olabilse.
Ancak gazetecilik yaşamımda bu “bahar havasını kaç kez yaşadığımı, hayal kırıklıklarını” anımsıyorum. İhtiyatlıyım…
İşte birkaçı…
KLASÖRLER
Milliyet’in efsane Genel Yayın Yönetmeni, merhum, sevgili Abdi İpekçi Yunanistan’la ilişkileri düzeltmenin önce “halkları yakınlaştırmakla olabileceği” görüşündeydi. Bunu da “medyanın sağlayabileceğine” inanıyordu.
Uluslararası gazetecilik kuruluşlarından arkadaşları olan Yunanlı meslektaşlarıyla temas kurmuş ve en üst düzeyde bir toplantı için görüş birliğini oluşturmuştu.
Bizden dönemin Cumhuriyet Gazetesi sahibi Nadir Nadi’nin, Hürriyet’ten Metin Toker’in, Tercüman Genel Yayın Yönetmeni olarak benim katılacağım bu toplantıda, Yunanistan da büyük gazete sahipleri ve yöneticileriyle temsil edilecekti.
Toplantı Nadir Nadi’nin kaldığı Little St. James Oteli’nde düzenlendi.
“Türkiye’yi rencide eden ya da iki ülke halklarını provoke eden yazıları, karikatürleri” göndermelerini istemiştik.
Otelin küçük “çay odasında” yerlerimizi aldığımızda önümüzde tıka basa dolu klasörler vardı.
BİZİM PROMOSYONUMUZ TÜRKLER
Toplantı açıldı.
Biz daha klasörlerimizdeki yüzlerce kupürü göstermeye başlarken, Yunan tarafı “Hiç zahmet etmeyin, gerek yok.
Bizdeki provokatif yayınlar sizdekilerin belki 500 kat fazlası, biliyoruz” diye
engel koydu.
“Bunları okuyarak, tartışarak zaman kaybetmeyelim” dediler.
“Neden böyle” diye sorduk.
Cevap şöyleydi:
“Sizde gazeteler kuponla, çekilişle hediyeler veriyor. Otomobil, otobüs, apartman
katı, ansiklopedi…
Böylece tirajınızı artırıyorsunuz.
Bizde bu tür promosyon yasak.
Yunanistan’daki gazetelerin promosyonu Türkiye ve Türkler.
Türkiye’ye, Türklere karşı ulusal duyguları kabartırsak tirajımız o kadar artıyor…
Gerçek bu.”
Durum böyle olunca Türk ve Yunan medyası iki ülkenin halklarını birbirine yaklaştırarak Ankara’da ve Atina’daki hükümetlerin de birbirlerine yaklaşmalarını sağlayacak altyapıyı nasıl oluşturacaklardı?
Çözüm için konuşmalar yapıldı.
“Medya patronları ve yöneticilerinin bu buluşma bağlamında ılımlı ve birleştirici bir bildiri yayınlamasının iyi bir ilk adım olacağı” konusunda uzlaşıldı.
Yunan tarafı ayağını gazdan birden değil ama yavaş yavaş çekecekti.
Tabii bu bildiride yer almadı.
Sözel bir anlaşmaydı.
Bildiriyi ise -yanına bir Yunan gazetecisini alarak- Abdi bey yazdı.
Abdi beyin kaleme aldığı bildiri metni toplantıda kabul edildi.
İki ülkenin gazetelerinde yayınlandı.
Gerçekten de iyi ses getirdi.
Londra’da “bu toplantının tekrarlanması” kararı da alınmıştı.
Abdi beyin kaybından sonra ne yazık ki bu güzel girişim bir süreliğine rafa kaldırıldı.
ABDİ İPEKÇİ ÖDÜLÜ
Sonrasında Türkiye ve Yunanistan’da halklar arasındaki dostluğu geliştirmek üzere çaba gösterenler için “Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü” oluşturuldu.
İki yılda bir verilmesi öngörülen ödül sahipleri Türkiye ve Yunanistan’daki iki ayrı seçici kurul tarafından belirlenecekti.
“Edebiyat, güzel sanatlar, röportaj, kısa metrajlı film” gibi farklı dallarda çalışmalara verilecek ödüller bağlamında 3’üncü Türk medya konferansı Mayıs 2001’de Yunanistan’da düzenlenecekti.
İNTERNETTE ORTAK SİTE
Bu konferans iki ülke arasında barışçı
bir gelecek hedefliydi.
Olumlu bir adımdı.
Toplantıda alınan kararlar şöyleydi:
Konferans logosunda Türk-Yunan bayrakları ve güvercin bulunacaktı.
Barışa katkıda bulunmak amacıyla
Türk ve Yunan gazetecilerinin katılacağı
bir yarışma düzenlenecekti.
İnternette ortak bir site kurulacaktı.
2 ülke gazetecileri arasında takas yapılacaktı.
Bu da güzel bir girişim olarak tarihte yerini aldı.
DAVOS’TA KÖŞE KAPMACA
Merhum Turgut Özal başbakandı.
Davos toplantısına katılmıştı. İzleyen gazeteciler arasında ben de vardım.
O yıllarda Cumhuriyet’in Ankara temsilcisi olan dostum Yalçın Doğan müthiş bir bilgi edinmiş, bana da söylemişti.
Yalçın’la gezilerde işbirliği yapardık.
“Ertesi sabah Özal’la Yunan Başbakanı Papandreu sabahın erken saatlerinde gizlice buluşacaklardı. Basının haberi olmadan yapılacak bu toplantıdan önemli sonuçlar çıkması bekleniyordu.”
Sabah belirlenen saatte ve yerde
Yalçın’la beraber sotaya yatmıştık.
Ancak…
Buluşma gerçekleşmedi.
Yalçın kaynağından araştırdı “Papandreu son anda vazgeçmişti…”
Özal kolay kolay yılmazdı.
Papandreu’nun üstüne üstüne gitmeye karar verdi.
O akşam Papandreu’nun kaldığı otelde bir “peynir-şarap partisi vereceği” istihbaratı gelmişti.
Davos’taki Türk gazetecileri ve bazı birkaç yabancı gazeteciyi de yanına alarak
-davetli olmadığı halde- Papandreu’nun partisine gitti.
Papandreu çok şaşırdı.
Ama ev sahibi olarak -mecburen de olsa- Özal’la el sıkıştı.
Ona ikramda bulundu, Özal şarap içmedi ama peynirleri tattı.
“Bizim de ürettiğimiz çok güzel şaraplarımız var” dedi.
“Türkiye’ye gelirseniz size zevkle tadımını yaptırırım” diye ilave etti.
Derken…
Turgut Özal’ın Atina’ya ziyaretinin de temeli atılmış oldu.
……………
Atina ziyaretinde de Özal’ı izleyen gazeteciler arasındaydım.
Oradan pek bir şey çıkmadı.
Ama görüntü bahar havasıydı.
Bir öğle yemeğinde kaskatı gerçekle karşılaştım.
Papandreu’nun Özal için düzenlediği bu yemek davetinde heyetteki politikacılardan, diplomatlardan, Türk gazetecilerden her biri tek tek bir masaya oturtuldular.
Benim masadakilerle bütün konuşmam daha doğrusu konuşabilmem “Merhaba…
Ben Güneri Civaoğlu, Türk gazetecisi… Afiyet olsun. Allahaısmarladık”tan
ibaret oldu. Onlarınkiyse de kendilerini tanıtmak.
“Afiyet olsun, güle güle…”
Bunların ötesinde benimle tek kelime konuşmadılar.
Masada yokmuşum gibi davrandılar.
Diğer masalarda da aynı senaryo uygulanmış.
Ne yazık ki bütün iyi niyetimize, Türkiye’nin olumlu yaklaşımlarına rağmen “bahar havaları” sürmüyor.
Şimdiki bahar havası için “inşallah devam eder” diyorum ama “yoksa F-35’ler Yunanistan’a teslim edilene kadar mı” sorusu da zihnimde takılı duruyor.