Şeffaf Oda konuklarım vizyona yeni giren “Baba Parası” filmleriyle Ahmet Kural, Murat Cemcir ve Yağmur Tanrısevsin.
Programa filmin de şarkısı olan “Para Para Para” ile başlıyoruz. Mikrofonda bu üç isim...
Keyifli dakikalar yaşanıyor.
Filmde, babalarından bir milyar dolarlık miras kalan 3 kardeşin mücadelesi anlatılıyor.
Ahmet Kural ve Murat Cemcir varsa elbette komedi.. Ama aksiyonla harmanlanmış bir komedi. Filmden en ilginç özellikler...
Murat Cemcir hem “babayı” hem de “oğlu” oynuyor. Murat Cemcir’e her gün 6-7 saat plastik makyaj yapılmış. 30 yaş yaşlandırılmış. Baba ve oğulun birbirine benzerliği sağlanmış.
Ahmet Kural da hem “oğulu” hem de “anneyi” oynamakta. Makyaj için 150 bin lira harcanmış.Ahmet Kural “Murat’la filmde hem kardeşiz, hem karı kocayız” diyor.
Kahkahalar...
Yağmur Tanrısevsin’e soruyorum: “Sen tek bir kişiyi mi oynuyorsun?” “Evet ama her ikisinin de ikişer rolleriyle karşılıklı oynuyorum” diye yanıtlıyor. Filmin bu karmaşık aile yapısı bile güldürmeye yetiyor. Ahmet Kural ve Murat Cemcir’in tüm projelerinin isimleri iki kelimeden oluşuyor:
“Düğün Dernek, Çalgı Çengi, Ailecek Şaşkınız, Kardeş Payı, İşler Güçler...” Hepsi de tutmuş.
Murat “Üç kelimeden oluşan bir projemiz vardı ama hiçbir kanala satamadık” diye ekliyor. Şimdi o üç kelimeden 3 harfli tek bir kelime yapmışlar. Yakında onun çalışmalarına başlayacaklar.
Bu arada Düğün Dernek 3 de yolda...
MUSE, ANNA, KLEOPATRA, LISA...
DÜNYANIN en önemli festivallerinden biri olan ve yaklaşık 2.5 milyon kişinin izlediği Edinburgh Fringe Festivali’nde 9 performans sergileyen ve ayakta alkışlanan müzikli oyun “Muse 90401”, salı günü İstanbul prömiyerini Zorlu’da yaptı. Elbette orada da ayakta alkışlandı.
Sahnede; canlandırdığı 4 ayrı kadın karakteriyle Fadik Sevin Atasoy.
Eseri yapan da Fadik.
Tek kişilik dev kadro...
Fadik, esin perisi “Muse”ü, Tolstoy’un “Anna Karenina”sını, Shakespeare’in “Kleopatra”sını ve Leonardo da Vinci’nin “Mona Lisa”sını canlandırıyor. “Muse”nin etkisiyle her birine ayrı bir son yaratıyor.
Mitolojideki tanrıların buyruğu altında çalışan Muse adlı bir esin perisi yeryüzündeki insanlara hizmet verirken, yaratıcı ustalarda izlediği “erkek egemen” yaklaşıma karşı çıkıyor. “Kadınlara hak ettiği değeri veren eserler üretmek için yeryüzünde de insan olarak yaşamak mücadelesi” veriyor.
Tanrısal yargıçlar bu isteğe sıcak bakmıyorlar ve Muse’ü şikâyetler üzerine “görevi kötüye kullanma” suçuyla yargılıyorlar.
Fadik Sevin Atasoy, müthiş oyunculuğu, piyano eşliğindeki özgün sesiyle büyülüyor. Ses efektleri ile geçişler etkileyici. Fadik bu yıl Muse ile ABD, İngiltere ve Türkiye üçgeninde yaşayacak.
Yolu açık, alkışı çok olsun.
MOZART VE ‘SALIERI KOMPLEKSİ’
DÜNYA müzik tarihinin en güzel eserlerinden Amadeus Mozart sahnede. Wolfgang Amadeus Mozart’ı Okan Bayülgen’in ve Mozart’ın en büyük rakibi ve düşmanı Antonio Salieri’yi de Selçuk Yöntem’in oynamakta oluşu tek bir yoruma gerek bırakmayan “iki referans...”
Gidilir ve izlenir, ayakta alkışlanır. Nokta.
....................
Konusu da muhteşem bir “sahne mıknatısı.” Mozart büyük deha. Öyle ki... İnsanların hayranlığının ötesinde, İsviçre’de ineklerin bile daha iyi süt vermesi için ahırlarda onlara Mozart dinletildiğini, Japonların iddialı bira fabrikalarında mayalanma sürecinde Mozart çalındığını belirteyim.
Mozart henüz 3 yaşındayken notaları öğrenmişti. 4 yaşında piyano çalıyordu.
5 yaşında kendi eserlerini yazmaya başladı. İlk senfonisine 8 yaşında imza attı.
19. yüzyılda onun karşısına çıkacak başka müzisyenlerin şansı çok azdı. Ancak...
Talih onları aynı zaman kesitinde karşı karşıya getirdi. Antonio Salieri de harika besteler yapmıştı. Liszt, Schubert, Beethoven gibi dev isimlerin hocasıydı.
Ama... Mozart’ın ışığı altında kaldı.
....................
SalIerI eserleri için aylarını verirken, Mozart günler içinde çok daha muhteşem bir eser ortaya koyuyordu.
Salieri bakın nasıl yakınmış...
“Benim bin bir emekle yaptığım, onunkinin yanında cansız birer çentik...”
“Tanrım neden böylesine şımarık ve kibirli bir çocuğa, böylesine tanrısal bir yetenek verdin?.. Ve bana neden bunu anlama yeteneğini de verdin?”
Salieri kıskançlığından yeteneğini yitirmiş, yaşamının son 20 yılında neredeyse hiç müzik yazamamıştı.
Sonunda intihar denemesinde bulunmuştu.
Bu psikolojik hastalığı ilerledi.
Kendisini ziyaret eden rahiplere sürekli genç bir müzisyenmiş gibi davranıyor, “ileride Mozart gibi bir müzikçi olmak rüyasından” bahsediyordu. Bu hastalık
psikoloji bilimine “Salieri kompleksi” olarak geçti.
...................
Salieri’nin “kıskançlıktan Mozart’ı arsenikle zehirlediği” iddiaları edebiyat ve sinemaya da konu olmuştur.
Puşkin yazdığı bir oyunla bu dedikoduyu ölümsüzleştirdi.
Rus besteci Rimski Korsakov’un “Mozart ve Salieri” operasıyla bu cinayet iddiası iyice perçinlendi.
Milos Forman’ın yönettiği 1984 yapımı “Amedeus” filmi de aynı konuyu işleyerek “Oscar” kazandı.
...................
Ancak ilginçtir ki dul eşi Mozart öldükten sonra çocuğunu piyano dersi için Salieri’ye göndermişti.
“Hangi anne, evladının, kocasının katiliyle çalışmasına göz yumabilir?”
Ayrıca... Salieri’nin doğduğu İtalya’nın Legnano kentinde Salieri’yi aklamak amacıyla bir festival düzenlendi. Festivalin sloganı “Salieri, rakiplerine arsenik değil, dondurma ikram ederdi...”
Ve...
Salzburg’daki Mozart Vakfı da Salieri’yi aklamak için düzenlenen bu festivale destek veriyor
.
Yani...
Salieri’nin Mozart’ı öldürmediği inancı da yükselişte.
Mozart’ın çok alkol aldığı bir gece düştüğü ve birkaç gün sonra beyin kanaması geçirdiği, mide bulantılarıyla öldüğü öne sürülüyor.
...................
Fakat öyle ya da böyle oyunlar, filmler, operalar ve bizzat Puşkin “Salieri’yi Mozart’ı arsenikle zehirleyerek öldüren kıskanç cani müzik adamı” olarak itham etmekte.
...................
Işıl Kasapoğlu yönetiminde Selçuk Yöntem ve Okan Bayülgen’in başrollerini oynadığı “AMEDEUS”un 12-13-27 Ocak biletleri çoktan tükenmiş bulunmakta.
Şubat ayı için elinizi çabuk tutun.
KAHREDEN YANLIŞLIK
FİGEN genç bir üniversite mezunu.
Amerikalı yakışıklı bir delikanlı olan Randolph ile yeni evlidirler.
Amerika’dan tatile gelmişlerdir.
Bir akşam Sarıyer’de bir kıyı balıkçısındadırlar.
Okudukları şehirde hiç de pahalı olmayan bir deniz ürünü olan ıstakoz isterler.
Hesap faslında rakamı görünce dehşetten gözleri açılır. Servet gibi bir para istenmektedir. Çaresiz öderler.
Randolph, Figen’e “Burada kalalım, ıstakoz ithal edip balıkçılara satalım, iyi para kazanırız” der.
İstanbul’da iş hayatına böyle girerler.
Zamanla işin o tarafını bırakıp en seçme şarap ve viskileri ithal eden, pazarlayan piyasanın çoğuna hakim olan bir büyük marka firmaya dönüşür işleri.
İki harika evlatları olur.
Büyürler, yurt dışında eğitim almaktadırlar.
...................
Bu çifti çok yıllardır tanıyorum. Güzel ve büyük yürekli iki insandırlar. Sessiz sedasız kimlere ne yardımlar yaptıklarına, zordaki dostlarına da nasıl destek olduklarına tanığım.
Ne yazık ki gazetelerde okuduğunuz evlatlarından biri bir başkası sanılarak anne Figen’in gözleri önünde bıçak darbeleriyle öldürüldü.
İnanılır gibi değil. Figen’e ve Randolph’a, hayattaki evlada sabır ve başsağlığı...
Defnedilen evladına ise rahmet diliyorum.