104 emekli amiralin gece yarısı yayınlanan ve “Yüce Türk Milletine” diye başlayan açıklamasıyla siyaset karıştı.
İçeride ve dışarıda yankılar yaptı.
Bildiri üzerine adli süreç başladı.
Haberlere göre, on amiral gözaltına alındı. Dördü ise ifadeye çağırıldı.
İmza koyan amirallerin “korumaları” çekildi.
Lojman hakları iptal edildi.
..................
Bu köşede her vesileyle “Demokrasiye amasız ve fakatsiz bağlılığımı” vurgulamışımdır.
Muhalefetin CHP kanadı başta olmak üzere çeşitli çevrelerde amiraller bildirisi için “Görüşlerini açıkladılar” yorumları yapıldı. Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iktidar ve destekçisi MHP bazı muhalefet partileri -gece yarısı bildirisini- “Demokrasiye karşı vahim tavır” olarak tanımladılar.
Hatta “Muhtıra” yorumları da yoğun olarak dile getirilmekte.
Gazeteciliğimin yanı sıra avukat kimliğimle meslek üst kuruluşumuz Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun açıklamasını yansıtıyorum.
...................
1. Yaklaşık bir hafta önce 126 emekli büyükelçi Montrö Sözleşmesi’ne ilişkin toplu bir açıklama yapmıştı. Bu bildiri bir tepki yaratmamıştır. Çünkü geçmişimizde büyükelçilerin yaptığı bir darbe yoktur.
2. Emekli amirallerin bildirisinin tepki çekmesinin nedeni, demokrasi tarihimizde yaşadığımız acı tecrübelerdir.
3. Söz konusu bildiri hem olumsuz çağrışımlara sebebiyet verdiği hem Türkiye için son derece önemli olan Montrö Antlaşması’nın içeride sorgulandığı algısını yarattığı için yanlış olmuştur.
Meselenin suhuletle sonuçlandırılmasının ülkemizin yararına olduğunu düşünüyorum. Kamuoyunun bilgisine saygılarımla sunarım.
Prof. Dr. Metin Feyzioğlu
.................
Hukuki sürecin ötesinde asıl konuya gelince...
Yani...
Montrö tartışmalarına.
Bu konu istem dışı ve talihsiz bir şekilde gündeme geldi.
Tıpkı gündem oluşturması gibi, tartışmalar için de “talihsiz” denebilir.
Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin “tapusudur.”
Montrö ise “diplomasi zaferidir.”
Tartışılması, geçerliliği için “kuşkular üretilmesi” vahim hata olur.
Çünkü...
Küresel bütün Boğaz anlaşmasında en büyük yetki Türkiye’ye tanınmıştır.
Montrö Atatürk dehasının -ömrünün son yıllarında- Türkiye’ye Hatay’ın ilhakıyla birlikte iki büyük armağanından biridir.
ZAMANLAMA
Atatürk “Hatay’ın ilhakının zamanıdır” dediğinde dönemin siyaset yetkilileri “kuşku” dile getirmişlerdi.
“Fransa da bu işe karışabilir” diye uyarmışlardı.
Atatürk ise “Fransa’nın bir yanında Hitler, diğer yanında Mussolini belaları var. Sınırlarında bu iki büyük tehdit varken binlerce kilometre uzaktaki Suriye için parmağını bile kıpırdatamaz” değerlendirmesini yapmıştı.
Ve Hatay, topraklarımıza bu “lazer” gibi keskin öngörüyle katılmıştı.
Montrö’ye gelince.
1936’da İtalya’nın Doğu Akdeniz ve Balkanlar’daki saldırgan politikaları uç verip, 12 Ada’yı silahlandırmaya başlaması ve Hitler’in Ren bölgesine asker çıkarmasıyla, Atatürk “Boğazların yeniden düzenlenmesi için harekete geçme zamanı olduğunu” gördü.
Boğazlar Sözleşmesi’nin imzacı ülkelerine birer muhtıra vererek konferans toplanmasını istedi.
20 Temmuz 1936’da, İngiltere, Fransa, Japonya, Sovyetler Birliği, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye delegeleri Montrö’de “Boğazlar Sözleşmesi’ni” imzaladılar.
Bir gün sonra, 21 Temmuz 1936’da da Türk Silahlı Kuvvetleri Boğazlar bölgesine girdi.
“Ne yani Boğaz’a kendi askerimiz 1936’ya kadar giremiyor muydu?” diyebilecek olanlara, cevabımız “Giremiyordu” olur.
SEVR’DEN LOZAN’A
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı mağlup olmuştu.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nda “Boğazların açılması ve İtilaf Devletleri İngiltere, Fransa, İtalya’nın hâkimiyetine geçmesi” öngörülmüştü.
1920 Sevr Antlaşması ise şöyle hükümler taşıyordu:
1- Boğazlar ve Marmara Denizi tüm devletlerin ticaret ve savaş gemileriyle sivil ve askeri uşaklarına açık olacaktı.
2- Boğazların yönetimi Türkiye’nin iye olmayacağı bir Boğazlar komisyonuna devredilecekti.
3- Bu komisyonun bir sancağı, bütçesi, örgütü özel polis gücü olacaktı.
4- Boğazlar bölgeleri silahsızlandırılacaktı.
Yani...
Boğazlar bölgesi Türkiye’nin elinden çıkıyor, fiilen bir İngiliz, Fransız ve İtalyan özerk bölgesi oluyordu.
...................
İstiklal Savaşı’nı kazanan Türkiye ile bu devletler Lozan Antlaşması’nı imzaladılar.
Bir de “Ek Lozan Boğazlar Sözleşmesi” imzalandı.
Buna göre...
1- Boğazların yönetimi başkanı Türk olan bir Boğazlar Komisyonu’na bırakıldı.
2- Önceki Boğazlar Komisyonu’na verilen geniş yetkiler kaldırıldı.
3- Barış ve savaş durumunda ticaret gemileri için geçiş serbestliği kabul edildi.
4- Karadeniz’e kıyısı olmayan savaş gemilerine tonaj, adet ve kalabilecekleri süre sınırı konuldu.
5- Savaş sırasında Türkiye, Boğazları kapatabilecekti.
6- Boğazların her iki kıyısında Türkiye’nin 20 km uzaktan geçen çizgiye kadar asker bulundurması yasaklandı.
..................
İşte Montrö Sözleşmesi’yle bu 20 km’lik sınır tümüyle kaldırıldı.
Askerimizle Boğazların güvenliğini yeniden üstlendik.
1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan beri tam 162 yıl süren “Boğazlar sorunu” 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle ulusal çıkarlarımıza uygun olarak çözüldü.
85 yıldır da sürüyor.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi TBMM’de ittifakla ve “teşekkürle” kabul edildi.
Montrö Sözleşmesi Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin -başta ABD’nin- bir süredir hedefinde...
ABD, Montrö Sözleşmesi’nin “tonaj adet ve zaman” sınırlamalarına takılmadan Karadeniz’e çıkmak istiyor.
Kanal İstanbul için tereddüt taşıyanlar örneğin bildiri yayınlamış büyükelçiler ve bazı kanaat önderleri, yazarlar Montrö’nün böylece delinip delinmeyeceği tartışmalarını işte bu nedenle yapıyorlar.
Montrö Lozan’ın tacı ise Türkiye’nin başında kalmalı.
.............
Not: Bu yazıda Sinan Meydan’ın yazısından da yararlandım. Bazı satırlarını yansıttım. (29 Mart 2021, Sözcü)