Kimse yanlış anlamasın. Ukrayna’da savaş devam ederken, kutuplarda tatbikatlar düzenlenirken, Pasifik bölgesinde gerilim yaşanırken NATO çalışanları vakitlerini ‘Tetris’ oynamakla geçirmiyorlar. Gerçi arada karargahın kafeteryasında ‘Wordle’ oynayanına rastlamadım değil. Asla Sovyetler döneminde bilgisayar mühendisi Aleksey Pajitnov tarafından tasarlanmış bir oyuna atıfta bulunarak NATO içerisinde bir güvenlik gediğine de işaret etmeyeceğim.
Ancak NATO’nun üst düzey yetkilileri arasında önemli değişiklikler yaşanmıyor değil. Örneğin, NATO’nun siyasi işler ve güvenlik siyasasından sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Bettina Cadenbach koltuğunu vatandaşı Boris Ruge’ye devretmeye hazırlanıyor. Benim gibi Münih Güvenlik Konferansını (MSC) yakından takip eden uluslararası ilişkiler tutkunları, Ruge’nin 2019 yılından bu yana MSC’nin 2 numarası olarak görev aldığını hatırlayacaklar. Alman Dışişleri Bakanlığı mensubu olan Ruge kariyerine biraz ara vererek düşünce kuruluşlarına katılmıştı. Aynı şekilde NATO’nun kamu diplomasisinden sorumlu Genel Sekreter Yardımcılığına Fransız Marie Doha Besancenot atandı. Leton Baiba Braze’den görevi devralacak olan Besancenot’nun atanması aslında haber içerisinde haber.
Fransız bağlantısı
NATO’nun müdavimleri hatırlarlar, bu göreve gelen en son Fransız Jean François Bureau idi. Yıl 2007. Fransa’nın neredeyse 2 yıldan bu yana NATO’nun üst düzey görevlerine önermiş olduğu ve yarıştırdığı hiçbir aday, Genel Sekreter Jens Stoltenberg’in icazetini alamamıştı. Durum Fransa’nın NATO Daimi Temsilcisi olan ve Türkiye’nin de yakından tanıdığı Büyükelçi Murielle Domenach ile Stoltenberg arasında yaşanan bilek güreşinden kaynaklanıyordu. İşte bu yüzden Besancenot’un atanması, Macron/Domenach ile Stoltenberg arasında buzların eridiğinin bir göstergesi. Acaba bu, görev süresini uzatmak için Fransa’dan da icazet alması gereken Stoltenberg’in Fransızlara bir göz kırpması mı?
Stoltenberg’in görev süresinin yeniden uzatılıp uzatılmayacağı henüz kesinlik kazanmadı. Hatta uzatılma ihtimali de düşük gibi görünüyor. Zira NATO kulislerinde Genel Sekreterlik yarışında adaylığa soyunan yeni ve taze isimler dolaşıyor. Öte yandan Japonya’nın NATO’ya ilgisi artmaya devam ederken, İttifak’ın da Pasifik bölgesine olan alakası yükseliyor. Japonya, NATO nezdinde bir daimi temsilcilik açmayı hedefliyor. Başına sadece NATO konularından sorumlu bir büyükelçiyi getirmeyi düşünüyor. Japonya halen Belçika Kraliyeti nezdindeki büyükelçisi üzerinden ilişkileri yürütüyor. İttifak’ta ise Tokyo’da bir bilgi ofisi kurulması hedefleniyor. Ancak bu proje henüz tüm üye ülkelerin icazetini almış değil. Bazı ülkeler engelliyor. Ama içimiz müsterih, engelleyen ülkeler arasında Türkiye yok.
Frederiksen olur mu?
Stoltenberg’in görev süresi ve NATO Genel Sekreterliği yarışına dönecek olursak, geçen hafta bu köşede yazmış olduğum üzere, NATO’nun kuruluşunun 75. Yıldönümüne yönelik kutlamaların Washington ayağı ertelendi. Zaten bu erteleme de yeni genel sekreterin kim olması gerektiğine yönelik sürecin hızlandırılmasına neden oldu. Yeni adaylar arasında halen Danimarka Başbakanı olan Mette Frederiksen bulunuyor. 5 Haziran’da Washington’a gidecek olan Frederiksen çok kapsamlı görüşmeler gerçekleştirecek.
ABD Başkanı Biden’ın resmi davetlisi olan Frederiksen, ABD-Danimarka ilişkileri ve Danimarka’nın Ukrayna’ya verdiği askeri desteği ele alacak. Ayrıca Danimarka’nın elinde bulunan ABD yapımı F-16’ların bir kısmının Ukrayna’ya verilmesi ve Ukraynalı pilotların Danimarka’da eğitimi konusunda görüş alışverişinde bulunacaklar. Ancak NATO Genel Sekreterliği konusunda sadece Başkan Joe Biden ve Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Jack Sullivan’la bir araya gelmeyecek. Çok sayıda senatörle de adaylık konusunu görüşecek.
ABD ve Almanya, uzunca bir süredir NATO’nun dizginlerinin bir kadına teslim edilmesi fikrini savunuyorlar. Zaten önceki yazılarımda da aranan profil konusunda bilgileri paylaşmıştım. Frederiksen hem bir kadın, hem bir sosyal demokrat. Üstelik ülkesi eskiden olduğu gibi AB’nin savunma politikalarına katılmamazlık (op-out) etmiyor. Ukrayna savaşının başlamasıyla birlikte ülkesinin güvenlik garantilerinin eksik kalmaması için AB’nin savunma politikalarına da katılma kararı oldu. Bu çerçevede Fransa ve Almanya gibi AB-NATO kurumsal işbirliğine önem veren ülkelerin bu konudaki olası itirazlarını da bertaraf edecek hamleyi gerçekleştirdi. Vilnius zirvesinde yeni Genel Sekreterin ismi açıklık kazanacak. Frederiksen sanki favori gibi görünüyor. Şimdilik…
Frederiksen 5 Haziran’da Washington’a gidiyor.
Avrupa’nın ‘pandora kutusu’ birden aralandı
Bu hafta Avrupa’dan birbiri ardına son derece ilginç, olumsuz diye niteleyebileceğimiz haberler geldi:
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un danışmanı olarak görev yapan ünlü ekonomist Jean Pisani-Ferry, Fransa’nın sınırlı mali kaynaklarla yeşil ekonomi hedeflerine asla ulaşamayacağını ve mutlaka kaynak yaratması gerektiğini dile getirdi. Ülkenin en zengin kitlesine yönelik olarak yeni bir varlık vergisi getirmeyi önerdi.
Belçika Başbakanı Alexandre de Croo da çevreci politikalara ara verilmesi gerektiğini savunarak, yeşil mutabakatın enerji ayağı dışındaki yatırımları askıya almak gerektiğini savundu. Avrupa Komisyonu da yeşil mutabakata yönelik hedeflerinde sapmalar yaşandığını kabul etmiyor değil. Kaynakların bir kısmının Ukrayna için harcanması AB içerisinde sorun teşkil ediyor.
Macaristan ile Almanya arasında gerilim yeniden tırmandı. Budapeşte Ukrayna’nın Macar bankası OTP’yi yaptırımlar listesine koymasına tepkili. Bu çerçevede AB’nin Ukrayna’ya silah ve mühimmat alması için mali yardımları artırmasına karşı çıkıyor.
NATO zirvesine ev sahipliği yapmaya hazırlanan Litvanya ise rüşvet skandallarıyla çalkalanıyor. Ülkedeki bir çok belediye meclis üyesinin haksız kazanç elde ettikleri, masraf olarak gösterdikleri harcamalar sayesinde kişisel gelirlerini artırdıkları ortaya çıktı. Ülke erken seçime doğru gidiyor.
Atlantik denizine kıyısı olan AB ülkelerini Porto’da bir araya getiren Portekiz, bu toplantıdan Almanya’yı dışladı. Portekiz toplantıya İspanya, Fransa, İrlanda, Belçika, Hollanda ve Danimarka’yı çağırdı.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in özel temsilcisi Li Hui’in Avrupa turu da AB nezdinde farklı bir şekilde yankılandı. Kimileri AB’nin Çin’e karşı yeterince kararlılık sergilemediğinden şikayet etti, kimileri de AB’nin ABD’nin dümen suyundan gittiğini savundu.
AB’den Türkiye’nin ‘tecridine’ son verme arzusu
Anladığım kadarıyla geçen hafta kaleme almış olduğum ‘AB ve yükselen Türk milliyetçiliği’ yazım AB kurumlarında Türkiye konusuyla ilgilenen üst düzey yetkililer tarafından dikkatle incelenmiş. Zira, geçtiğimiz çarşamba günü Türkiye’nin AB nezdindeki Daimi Temsilcisi Büyükelçi Faruk Kaymakcı’nın düzenlediği davette AB bürokrasisinin Türkiye konusunda çalışan önde gelen isimleri de yer aldı. Aralarında Türkiye raportörü Sanchez Amor, AB-Türkiye dostluk grubu başkanı Polonyalı Ryszard Czarnecki gibi Avrupa Parlamentosu milletvekilleri de bulunuyordu. Ayrıca takvimin güzel bir tesadüfü, Moldova’da düzenlenecek olan Avrupa Politikalar Topluluğu zirvesinin hazırlık toplantılarına katılmak üzere Brüksel’de bulunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Kemal Bozay da oradaydı. Bozay ile Kaymakcı’nın halef-selef olarak bir arada olmaları çok iyi bir fırsattı.
AB’nin bürokratları Türkiye’nin Brüksel tarafından fazla izole edildiğini kabul ediyor. Ölçüyü kaçırdıklarının farkındalar. Nihayet kulağımla da duydum. Şimdilerde de ilişkilerin yeniden tesis edilmesi için çabalıyorlar.
AB ile Türkiye arasında bakanlar düzeyinde karşılıklı olarak ziyaretlerin ve içerikli görüşmelerin yapılması için düğmeye basmak istiyorlar. Buna yönelik çalışmaları olsa da AB üyesi ülkelerin yöneticilerini ve siyasilerini şimdilik ikna etmekte güçlük çektiklerini de anlamıyor değilim.
Bardağın yarısı dolu olan bölümde, Fransa, Almanya ile İtalya’da seçimler geride kaldı. Yunanistan’da seçimler yeni bitti. Türkiye’de de seçimler bitecek. Bu yüzden de en azından iç politika saikiyle bir engel kalmayacak.
Ancak takvimin azizliği, önümüzdeki yıl Avrupa Parlamentosu seçimleri düzenlenecek. Avrupa’daki aşırı sağ partiler de Türkiye ile AB arasındaki bir yakınlaşma sürecinin anlamını saptırma potansiyeline sahipler.
Kuşkusuz yakınlaşma süreci Brüksel’in Türkiye ile yeniden müzakere başlıkları açacağı anlamına gelmiyor. Ancak pragmatik, ‘transactional partnership’ yani işleme ve somut işbirliklerine dayalı siyasi bir ilişki tesis edilebilir. Düşünülüyor olması, çare aranıyor olması güzel bir husus. Meyve verir mi bilinmez, ancak en azından biraz olsun bürokraside farkındalığın olması önemli.