Güldener Sonumut

Güldener Sonumut

ntvbenelux@gmail.com

Tüm Yazıları

Fransa’da bugün halk sandık başına giderek, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ani şekilde feshetme kararı verdiği Fransız parlamentosundaki yeni temsilcileri belirlemeye çalışacak. 2. Dünya Savaşının sona ermesinden bu yana kaygı ve korkunun doruk noktasına ulaşan Fransa’da halk aşırı sağ yabancı düşmanı Ulusal Birlik (RN) partisine ciddi ölçüde meyil ediyor. Ülkede kimilerine göre ‘yerleşik düzen’, bana göre ise ‘geleneksel’ diye tarif ettiğim parti ve kurumların halk nezdindeki girişimlerinin, seçmene ‘yabancı düşmanı bir partiye oy vermemeleri’ konusunda yaptıkları sağduyu çağrılarının sanki fazla bir etkisi yok. 

Haberin Devamı

Nitekim son 20 yıldan bu yana aşırı sağın yükseliş trendine yönelik bütün parametreler alt üst oldu. Örneğin geçmişte katılım oranının düşük olması aşırı sağ partilere yarıyordu. Şimdilerde ise yüksek olması etkili. Trend tersine döndü. Geçmişte, aşırı sağ partilerin tutarsızlıkları, beklentileri ve sandıkları olumsuz yönde etkiliyordu. Seçimlerde beklentilerin altında oy almalarına neden oluyordu. Oysa şimdi, gerek emeklilik konusundaki tutarsız açıklamalara, gerekse vergi indirimi veya Fransa’nın AB’nin bütçesine katkısını azaltma konusundaki söylemleri hayalperest rakamlarla süslemesine rağmen, seçmen RN’e rağbet göstermeye devam ediyor. 

Sol partilerden oluşan cephe, seçmenin ciddi bir oranını cezbediyor, ancak mecliste çoğunluğa sahip olacak sayıya ulaşması zor. Fransa toplumunda 2000’li yılların başından bu yana düzensiz göç, göçmenler ve yabancı karşıtı söylem kademeli olarak kemikleşmeye başladı. Nitekim dönemin cumhurbaşkanı adayı Nicolas Sarkozy, kampanyasını kimlikçi aşırı sağ fraksiyonlarla ve liberal ekonomi, otorite ve korku/kaygı yönetimi üzerinden gerçekleştirip seçimleri bu sayede kazanmıştı. Ancak vaatlerini yerine getiremediği için ilk dönemi hayal kırıklığı ile sonuçlanmış, ikinci kez seçilemeyip Elysée Sarayındaki görkemli hayatını sürdürememişti. 

Keza sosyalistlerin adayı François Hollande ‘kaza eseri’ cumhurbaşkanı seçildi, ancak o da vaatlerini yerine getirmekte güçlük çekti. Sistem karşıtı Macron ise sosyal liberal, liberal ve sağ bir politika gütmeye çalıştı. Ekonomik açıdan performansı fena olmasa bile, usul, ego, narsist kişilik konusunda hiçbir olumlu gelişme kaydedemedi. 

Haberin Devamı

‘3. dalga milliyetçilik’ 

Avrupa’da birinci dalga milliyetçilik, sınırların ve toplumların tanımının yapılması için yaşandı. İkinci dalga milliyetçilik ise 2. Dünya Savaşına yol açtı ve oldukça vahşi sahnelere neden oldu. Avrupa’da şahit olduğumuz bu 3. dalga milliyetçilik ise, gelecek korkusu, var olanı ve yaşam tarzını muhafaza etme isteği ile kültürel muhafazakarlıktan kaynaklanıyor. Bu yüzden de yabancı karşıtlığına yönelik söylem de sıradanlaşmaya başlıyor. Sanki tüm yabancıların sınır dışı edilmeleri halinde Avrupa ve Fransa yeniden dünya gücü olacakmış gibi... Nitekim yazının başlığı Milan Kundera’nın ‘Varolmanın dayanılmaz hafifliği’ kitabını andırmıyor değil. Belki aşırı sağ Avrupa ülkelerini demokratik yollardan işgal ettikten sonra entelektüel çevrelerin hayatlarını nasıl sürdürebilecekleri konusunda fikir edinmek açısından öncü olabilir. Ancak durum daha çok Amin Maalouf’un orjinal ismi ‘Le labyrinthe des égarés’ olan ve Türkçeye ‘Labirent, Batı ve Hasımlar’ olarak tercüme edilen kitabını daha çok anımsatıyor. Kitabın dibacesi Wiliam Faulkner’den bir alıntı ile başlıyor: Geçmiş asla ölmez. Geçmiş geçmiş bile değildir. Çin ile Rusya’nın, ABD ve Avrupa ülkelerinin hegemonyasını sonlandırmak için planlı programlı bir eylemi mevcut. Maalouf da bunu söylüyor. Ancak Avrupa’nın tahassür içinde olduğu unsur eski yaşam tarzı ve dünyada söz sahibi olmak. Ancak buna engel olarak sadece yabancıları, düzensiz göçü ve dışarıdan gelebilecek üçüncül etkenleri göstererek, Avrupa’nın sınırlarına duvar örerek ve mütecanis bir hayat yaşayarak yeniden dünyada söz sahibi olabileceği yanılgısına düşüyor. 

Haberin Devamı

Siyasetin ve siyasilerin kalitesinin hızla düşmesinden dolayı teknoloji, bilim, felsefe ve toplum bilim konusunda dünyanın gerisine düşen Avrupa, kültürel zenginlikten de uzaklaşarak dünyadaki konumunu pekiştirebileceğini sanıyor. Avrupa yeniden aşırı sağ popülist söylemlere mi kapılacak? Tarih tekerrürden mi ibaret? Yoksa geçmiş geçmedi mi?