ABD’deki başkanlık seçim süreci adeta rüzgar gibi geçti, ancak etkileri hâlâ hissediliyor. Donald Trump’ın zaferi, Virginia, Washington, Maryland ve Delaware gibi eyaletlerde Margaret Mitchell’in ‘Rüzgar Gibi Geçti’ romanının ruhunu hatırlatan bir atmosfer yarattı. Filmin 1861’deki iç savaşı anlatan retoriği, günümüz siyasi söylemleriyle örtüşüyor.
Demokratlar “ülke mahvolacak” derken, Cumhuriyetçiler zaferin keyfini çıkarıyor. Trump’a yakın Elon Musk’ın İran’ın BM temsilcisiyle gizli görüşmesi, Trump’ın ekibinin ‘hesaplaşma’ arayışı gibi gelişmeler, yeni dönemin nasıl şekilleneceği hakkında ipuçları veriyor. Trump’ın kabine seçimleri ise Avrupa’dan ‘distopik’ bir tercih olarak görülüyor. 5 Kasım seçimleri, adeta Güney’in zaferi gibiydi. Ancak Trump ve Musk gibi iki büyük egonun siyasi birlikteliği ne kadar sürecek bilinmez. Trump’ın sistemi değiştirme ve Musk’la ‘basitleştirme’ girişimleri, adalet ve atama sistemlerinde yapmayı planladıkları değişiklikler, ABD’yi “yeniden büyük” yapmaktan uzak görünüyor.
ABD’nin “checks and balance” sistemi, kutuplaşmanın derinleşmesiyle ciddi bir sınavdan geçiyor. Toplumdaki uzlaşmazlık, iki cephe arasında bir uzlaşıdan çok, güçlü tarafın dayatmasını gerektirir gibi bir görüntü çiziyor. Oysa bu sorunların sakin bir ortamda çözülmesi mümkün. Washington’da, Trump’ın ‘Heritage Vakfı’nın ‘Project 2025’ planını uygulayıp uygulamayacağını tartışan diplomatlar, Trump’ın bu planla bir bağlantısı olmadığını iddia etmesine rağmen, yazım sürecine katılan isimleri kabinesine almayı planladığını biliyor. Ayrıca Musk’ın kamu kuruluşlarını Washington dışına taşıma planı, lobi firmalarını ve emlak piyasasını tedirgin ediyor.
Pazartesi günü Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları, seçimlerin AB-ABD ilişkilerine etkilerini tartışacak. NATO Genel Sekreteri Mark Rutte de bu oturuma katılacak. Avrupa’dan bakıldığında, ABD’nin temel değerlerinden uzaklaşarak daha kaotik bir görünüme büründüğü izlenimi var.
Trump ve Musk’ın medyayla ilgili açıklamaları ise, ifade özgürlüğünü tehdit eden bir medya kaosunun habercisi. Haberin yanlışlığını kanıtlamak yerine, artık doğruluğunu kanıtlamamız gerekecek sanki. Bu olası kaostan yeni bir düzenin çıkıp çıkmayacağını ise zaman gösterecek.
Türkiye, NATO ve BRICS üyeliği
NATO üyesi Türkiye’nin BRICS’e partner üye olma girişimi, Avrupa ve dünyada oldukça yankı uyandırıyor. BRICS’in bir savunma örgütü değil, ticari bir topluluk olduğu biliniyor. Rusya, Çin ve Hindistan’ın öncülük ettiği, İran gibi ülkelerin de içinde yer aldığı bu ekonomik birlikteliğe Türkiye’nin katılma arzusu ekonomik ve ticari açıdan değerlendirilebilir. Ancak bu durumun NATO’yla ilişkilendirilmesi ve güvenlik boyutuna taşınması gerçekten ilginç.
Bu tür meselelerde temele dönmek faydalıdır. NATO’nun kurucu antlaşmasının 8. maddesi şöyle der: Taraflardan her biri, kendisi ile diğer herhangi bir taraf veya başka bir devlet arasında halen yürürlükte olan uluslararası taahhütlerden hiçbirinin işbu Antlaşma hükümlerine aykırı olmadığını beyan eder ve Antlaşma’ya aykırı herhangi bir uluslararası taahhüt altına girmeme yükümlülüğünü üstlenir.
Türkiye’nin BRICS’e partner üye olma süreci, NATO’nun hiçbir zaman resmi gündemine gelmedi. Zira BRICS, bir ticaret topluluğu. Türkiye’nin bu platformdan beklentileri; pazarını genişletmek, ulusal para birimiyle uluslararası ticaret yapma fırsatlarını araştırmak ve fikir teatisi imkanları yaratmak olabilir. Dahası, BRICS içinde gelişen olaylara dair NATO’daki ciddi müttefiklerle bilgi paylaşımı da olasıdır. Ancak bu sürecin, Türkiye’nin NATO taahhütleriyle doğrudan bir bağlantısı bulunmuyor.
Bir başka boyut ise Batı’nın ambargo politikalarıyla ilgili. Geçmişte ABD veya Avrupa ülkeleri, üçüncü ülkelere uyguladıkları ambargoların Türkiye tarafından da benimsenmesi için teşvik edici nitelikte mali ve ticari paketler önerirdi. Ancak uzun süredir bu tür teşvikler sunulmuyor. Türkiye’nin BRICS gibi alternatif arayışlara yönelmesinin önüne geçmek için Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna yönelik sürecin başlatılması, caydırıcı bir etki yaratabilir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin BRICS üyeliği ekonomik ve ticari çıkarlarla şekilleniyor gibi görünse de, bu durumun NATO çerçevesinde tartışılması ve güvenlik bağlamında ele alınması gereksiz bir gündem oluşturuyor. Bu süreç, Türkiye’nin uluslararası ekonomik ilişkilerini çeşitlendirme arayışının bir yansıması olarak değerlendirilebilir.