Geçtiğimiz hafta yazdığım gibi Fransa ile Almanya arasındaki ilişkiler oldukça ‘limoni’. Almanya Başbakanı Olaf Scholz ülkesinin güvenliği ve ekonomik refahı için Fransa’yı eskilerin deyimiyle istiskal ederek, kendi başına savunma, enerji, güvenlik, ticaret ve havacılık alanlarında Avrupa Birliği’nin (AB) veya Fransa’nın çıkarlarıyla örtüşmeyen bir dizi girişimde bulundu.
Fransa ile Almanya arasındaki görüş ayrılıkları Avrupa ve dünya basınında geniş yankı uyandırdı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la Olaf Scholz geçtiğimiz çarşamba günü Paris’te bir araya geldiler. Ancak görüşmeler hiç de iyi geçmedi. Almanya Başbakanının sözcülük makamı görüşmenin ardından ortak bir basın toplantısının düzenleneceğini açıklamıştı. Bu olmadı. Macron’la görüşmesine kalabalık bir heyetle katılan Scholz anlaşılan Macron’un ‘üstünsü bakışı, kendini beğenmiş tavrı’ ve zaman zaman da azar niteliğinde üslubuyla karşı karşıya kalmış. Neticede ikili
Sanki aşk sona erdi. İkinci Dünya Savaşının iki düşmanı olan Fransa ve Almanya’nın savaş sonrası başlattıkları ve aşka dönüşen flört dönemi sonlanıyor. İki ülke arasındaki görüş ayrılıkları öyle bir zirveye ulaştı ki Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Başbakanı Olaf Scholz’la yapacağı ortak bakanlar kurulunu ötelemek mecburiyetinde kaldı.
Avrupa Birliği (AB) devlet ve hükümet başkanlarının sonbahar zirvesi sona erdi. Brüksel’de düzenlenen ve 2 gün süren zirvenin ardından en çarpıcı konu kuşkusuz Fransa ile Almanya arasında yaşanan ayrışma süreci. Zirve öncesi, Macron kameralar karşısına çıktı, enerji krizi konusunda çözüm önerilerine direnen Almanya’nın AB içerisindeki yalnızlığına işaret etti. Ardından da uzlaşı kültürü ve ortak çıkarları hatırlattı. Malum Almanya, kendi ülkesinde elektrik ve gaz fiyatlarına destek veriyor. Ancak bu uygulamanın AB geneline yayılmasına izin vermiyor. Ayrıca elektrik ve gaz fiyatlarına tavan fiyat uygulamasına da karşı çıkıyordu.
AB’nin
Geçtiğimiz hafta bu köşede, Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında nükleer tehlike konusunu kapsamlı şekilde işlemiş, tehdidin de ne kadar ivedi olduğunun ipuçlarını vermiştim. Hafta içerisinde NATO’ya üye ülkelerin savunma bakanları, Brüksel’de bir araya geldi.
İki gün süren toplantının kuşkusuz en gizli, en gizemli ve en önemli bölümü Nükleer Planlama Grubu’nun (NPG) oturumuydu. Uzun bir aranın ardından iki saat süren NPG oturumundan her zaman olduğu gibi hiçbir bilgi sızmadı. NATO’nun en mahrem oturumu olduğunu söylesek yeridir.
1966 yılında kurulan NPG, müttefikler arasında nükleer doktrin ve tehditler hususunda danışmalarda bulunuyor. Fransa dışında İttifak’a üye tüm ülkeler, bu çalışma grubunda yer alıyor. Fransa’nın nükleer doktrini ABD ve İngiltere ile örtüşmüyor değil. Ancak nükleer silahların kullanımı konusundaki emir-komuta yapısı oldukça kendisine has.
Rusya’nın kısa vadede taktik nükleer başlık kullanmayacağı anlaşılmasına rağmen, ABD ve İngiltere
NATO üyesi ülkelerin savunma bakanları, 24 Şubat’tan bu yana devam eden Rusya-Ukrayna savaşının gölgesinde Brüksel’de bir araya geliyor. Bugün başlayan ve iki gün sürecek toplantının gündeminde, Rusya’nın nükleer tehditleri yer alıyor.
Savunma bakanlarının ilk kez iki saat sürmesi beklenen Nükleer Planlama Grubu (NPG) toplantısı öncesi bir açıklama yapan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in nükleer tehdit açıklamalarını değerlendirdi. “NATO, her tür nükleer tehdide karşı hazırlıklı. Bu çerçevede önümüzdeki hafta planlanan nükleer imkan ve yetenekli askeri tatbikatı iptal etmeyi düşünmüyoruz” diyen Stoltenberg, Rusya’nın taktik bile olsa nükleer başlıklı füze kullanması halinde, İttifak’ın çok büyük bir kararlılıkla cevap vereceği konusunda uyardı. Rusya’nın nükleer faaliyetlerinin İttifak tarafından yakından izlendiğini hatırlatan Stoltenberg, Rusya’nın henüz nükleer bir hazırlık içerisinde
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in NATO ve Batı ülkelerine yönelik olarak dile getirdiği nükleer tehdit dillere pelesenk oldu. Günlük hayatın sohbetinde hava durumu ve zaman zaman yıldız falına ek olarak Rusya’nın elindeki stratejik nükleer başlıklı füzeleri ne zaman ve nereye fırlatacağı konusu da artık yer alıyor. 24 Şubat’ta başlayan Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte nükleer tehdit bir kez daha gerçek oldu. Artık bu husus tartışma konusu bile değil. Tehdit her geçen gün artıyor gibi. Bir başka deyişle asıl mesele tehdidin hayata geçme olasılığı.
ABD eski Savunma Bakan Yardımcılarından Andy Weber, nükleer tehdidin 1962 Küba füze krizinin seviyesini geçtiğini iddia iddia ediyor. ABD başkanı Joe Biden, Putin’i uyararak, ‘sakın, sakın sakın’ demekle yetiniyor. Ancak sözlerinde sanki Putin’in nükleer düğmeye basmak üzere olduğu intibası yok. Rusya cephesinde, gerek Ulusal Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dimitri Medvedev, gerekse Çeçenistan Özerk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov, Rusya’nın
AST, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un önerisiyle, Türkiye, İngiltere, İsviçre ile Norveç gibi Avrupa Birliği’ne üye olmayan 17 ülkenin yanı sıra AB üyesi 27 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarını bir araya getirdi.
Avrupa Siyasi Topluluğu (AST), Çek Cumhuriyeti’nin (Çekya) başkenti Prag’da ilk toplantısını gerçekleştirdi. Aralarında Türkiye, İngiltere, İsviçre ve Norveç gibi Avrupa Birliği’ne üye olmayan 17 ülkenin yanı sıra AB’ye üye 27 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarını bir araya getiren AST, yeni Avrupa’nın siyasi çerçevesini belirledi.
2022 yılının ilk yarısında, AB dönem başkanlığını üstlenen Fransa’nın Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un gündeme getirdiği AST fikri, Çekya dönem başkanlığı sırasında hayata geçirildi. Ancak fikir çok da yeni değil, zira 1989’de yine dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand, Avrupa kıtasındaki tüm ülkeleri bir çatı altında birleştiren Avrupa Konfederasyonu fikrini ortaya
Rusya-Ukrayna savaşı her geçen gün değişik bir boyut kazanıyor. Geleceğin tehditleri konusunda başta ABD olmak üzere, NATO üyesi ülkelerin öngörülerinin bir çoğu sanki yavaş yavaş hayata geçiyor. Nitekim geleceğin tehditleri listesinde enerji güvenliği, hibrid ve siber tehditler, kimyasal ve biyolojik saldırılar yer alıyordu. Ayrıca iklim değişikliği veya doğa afetlerinden kaynaklanan ani ve kitlesel tehcirler de yine listede bulunuyordu. 2000’li yıllardan itibaren başta ABD’nin savunma istihbarat ajansı başta olmak üzere, Fransa, İngiltere, Belçika ve NATO’nun tehditler listesinde yer alan bu konuların ne zaman ve nasıl meydana geleceği pek bilinmiyordu. Ancak ihtimaller her geçen gün artıyordu.
Nitekim pandemi ve salgın ihtimalleri de istihbarat ajansları tarafından 2008 yılında öngörülmüştü. Çin’de başlayan Kovid salgınının pandemiye dönüşmesi ve tüm dünyayı sarması, bu öngörünün ne kadar yerinde bir tespit olduğunu göstermiş, devletlerin de bu tehditlere karşı ne kadar hazırlıksız olduklarını da
Rusya-Ukrayna savaşında ilginç bir dönüm noktası yaşanıyor. Biraz geriye dönecek olursak eğer, 24 Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmek üzere savaş başlatan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, askeri harekatın amacının ‘Ukrayna’yı Nazilerden arındırmak’ olduğunu ileri sürmüştü.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ‘askeri müdahaleye’ tepki gösteren Baltık ülkeleri başta olmak üzere Batı ülkelerini ‘Putin’i aşağılamamaya’ davet etmişti. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Rusya’dan gaz alımını askıya almak istemediğini söyleyip bu konuda müttefiklerden vakit talep etmişti. ABD Başkanı Joe Biden, Putin’i bir katil olarak nitelemiş, Rus ordusunun imkan ve yeteneklerini de küçümsemiş, Ukrayna’ya askeri desteğinin çerçevesini çok belli ve kalın çizgilerle çizmişti. Belçika Başbakanı Alexandre de Croo, savaşta, Batı topluluğu olarak tarif ettiği NATO ve AB’nin birlik olarak hareket etmesi ve Ukrayna’ya destek vermesi gerektiğini her gün savunmuştu.
Putin’in