1 Şubat 1979’da öldürülen Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’yi andık geçtiğimiz günlerde.
Papa suikastına da imza atan ve İtalya’da uzun yıllar hapis yattıktan sonra Türkiye’ye dönen katili Mehmet Ali Ağca da aynı günlerde yine haberlerdeydi.
Türkiye’ye döndükten sonra 36 yıl olarak belirlenen cezası, bölünüp çıkartılmış; 2010’da tahliye edilmişti.
İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi İzet, babasının kanlı gömleğiyle sürdürdüğü yaşamını incecik bir feryatla anlatırken, Ağca kaynağı belirsiz paralarla hep rahat yaşadı.
Zira yargılama sistemi, sağ oluşumların eylemlerini cezalandırmamaya meraklıydı.
Ağca’dan, hiç hapse girmemiş onlarca isme uzanan bu hat, görmezden gelinen bir çizgidir ve devasa bir “cezasızlık” kültürüne evrilmiştir.
İşte o kültür, 10 Ekim 2015’te Ankara Garı önünde IŞİD’in iki canlı bombasının hedefi olan 101 kişinin ölümünde de gizlidir.
***
Referandum nisanda.
Sokağa çıktığınızda anayasa paketindeki detaylardan çok dön dolaş iki soru tartışılıyor:
Ak Partililer, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan odaklı soruyor:
“Erdoğan’ın yerine konulabilecek, lider adayı, ana akıma hitap eden, gerçekçi tezlerle ortaya çıkabilecek bir isim var mı?”
Sağda Erdoğan dışında liderlik seçeneği bulunmadığından ve siyasi istikrarın zorunluluğundan hareketle, taraftarlık ya da karşıtlık üzerinden düşünülüyor.
Ancak bu referandum bir liderlik yarışı değil.
“Hayır” tarafından çıkan temel soru da aslında siyasetin bu yetersizliği üzerinden.
“Cumhurbaşkanı ve hükümetin kullanamadığı hangi yetki var?”
Can Yücel, “Sevgi Duvarı” şiirinde, büyük bir haykırışı son mısraya sığdırır:
“Ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi.”
Hakikati, eğilip bükülmemiş, olanın olduğu gibi öğrenildiği, aktarıldığı, anlaşıldığı bir hakikati yaşamaktır sözünü ettiği.
Bu halimizden çok uzak bir hakikat arayışı.
Yalanların, bir gün gerçek karşısında mahcup bir baş eğme özelliği vardır.
Peki ya gerçeğin çarpıtılması?
***
Geçtiğimiz hafta Yozgat’ta, bir köyde yaşayan 40 yaşındaki, zekâ geriliği bulunan kadının başından geçenler vardı bu köşede.
Hayatımız hangi olaylara göre şekillenir?
Bombalar mı şekillendirir, patlayan silahlar mı, ölümün yanı başımızdan ayrılmayan bir gerçek haline dönüşmesi mi, çocuk gelinler, çocuk ölüler, uzak bir köyde kimsenin görmediği kötülükler mi?
Her toplum kendi normalini üretir.
Bu yüzden bir başka coğrafyada dehşetle karşılanan bir hikâye, bir başkasında vaka-i adiyedendir.
Farkı yaratan ise tüm bunların sıradanlığa dönüşmemesi için direnmektir.
“Tamam” dememektir artık bıkıp da.
Zira bütün mazlumları, “kader” sayılmak istenen o sıradan kötülükten kurtaran, alışmadan ve yılmadan direnenlerdir.
Herkesin nasıl bir kötülük olduğunu bildiği olayların “normalleşmesi” mağdurların hayatlarına mal olur.
15 Temmuz sonrasında Genelkurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse gibi Adli Müşavir Kaldırımcı da darbe girişimine katıldığı, darbe başarılı olursa kimin hangi göreve getirileceğini gösteren listelerde ismi Adalet Bakanlığı Müsteşarı olarak yazıldığı gerekçesiyle tutuklandı. Hem Köse hem de Kaldırımcı 15 Temmuz darbe girişimine katılmak ve FETÖ üyeliği gibi gerekçelerle yargılanacak. Ancak yaptıkları işlemler hâlâ yürürlükte...
Sadece bir aya sığan Beşiktaş ve Kayseri saldırıları, Karlov suikastı, Reina katliamı, İzmir Adliyesi’ne yönelik saldırı gibi olayların izini sürebilmek, gelişmeleri ayrıntılarıyla takip edebilmek çok kolay değil.
Bu dosyalarla birlikte 15 Temmuz ve FETÖ soruşturmaları, 15 Temmuz öncesinden kalan “FETÖ eli” değmiş dosyaların soruşturmaları da devam ediyor.
İtirafçı hâkim ve savcıların ifadeleri ortaya koyuyor ki yargının içine sızmış örgütün hiçbir eylemi hesapsız biçimde yapılmamış, büyük bir sistem ve neden-sonuç ilişkisi içerisinde, Türkiye’nin, iktidarın, muhalefetin, toplumsal muhalefetin pozisyonu düşünülerek hareket edilmiş.
Bu nedenle Askeri Yargıtay’ın kumpas davalarıyla ilgili verdiği son kararda da belirtildiği gibi, bu yapıyla bağlantısı netleşen
... Antik Yunan’dan günümüze miras
bir kavram “Parrhesia”.
Durgun sularda değil, tam da deniz dalgalıyken, tekneden atılma, dışlanma, kapatılma risklerini de göze alarak hakikati söylemek olarak
özetlenebilir belki kavram.
En zor zamanlarda, doğru bildiğini, gerçekliğine yürekten inandığını bütün risklere rağmen
dile getirmek...
Antik Yunan’da Sokrates, “parrhesiastes”
Sığırcıklar akıl almaz biçimlerde topluca uçuyor, yön değiştirip diğer yöne doğru kanatlanıyor.
“Kuşların düğünü” derdi büyükler.
Fotoğrafını çekip paylaşıyor biri, biri kamera kaydını.
Küçücük bir nefes aralığı.
O esnada, yaban hayatıyla ilgili internet sitesindeki foruma yazıyor birisi:
“Sığırcıklar neden topluca uçar?”
Kimi “Fırtınanın işaretidir” diyor, kimi “yırtıcı kuşlardan bu şekilde korunduklarını.”
Biri de ezan saatlerinde böyle uçtuklarını söylüyor.
Cumartesi Anneleri ile birlikte yakınlarının hesabının sorulması için bir araya gelen başka aileler de vardı. Onlar da Toplumsal Bellek Platformu’nu kurdular. Yakınlarını öldürenler hesap versin istediler, toplum unutmasın bu yapılanları, öldürülen yakınlarının topluma sundukları unutulmasın
İstanbul’da birkaç gün önce, çocuğuna hasret bir anne toprağa verildi.
Asiye Karakoç, 1995’ten bu yana sürdürdüğü adalet mücadelesinin sonucunu göremeden hayata veda etti.
Tıpkı, oğlunun işkencede öldürüldüğü TBMM raporuyla kanıtlanmasına rağmen ne kemiklerini ne de katillerini göremeden yaşama veda eden Berfo Kırbayır gibi.
Çocukları geldiğinde yolu bulabilsin diye taşınmayan, tanısın diye evini boyatmayan, içeri giremez diye kapıyı kilitlemeyen diğer anneler gibi.
O annelerin cenazesinde olduğu gibi Asiye Karakoç’un cenazesinde de yıllardır her cumartesi Galatasaray Lisesi’nin önünde buluşan aileler vardı.