15 Temmuz darbe girişimi o gece ile sınırlı olmayıp bütün hızıyla devam etmektedir ve edecektir.
İçimizdeki bazı aymazlar; ‘tehlike geçti!’ diyerek ipin ucunu bırakmamızı istiyor. Bu istek, bilerek veya bilmeyerek FETÖ’ye hizmettir ve bu ülkenin geleceğiyle oynamaktır.
FETÖ mensuplarının mahkemelerdeki ‘kurgulu’ ifadeleri, nasıl organize bir örgüt olduklarının resmidir. Adama, kendisi gösterilip ‘orada ne aradığı, ne yaptığı’ soruluyor; orada bulunmasının veya yaptığının makul bir
izahı olmadığı için, ‘O ben değilim!’ diyor!
Hakime de; ‘O sen değilsen, benim?!’ demek düşüyor!
Gelmiş ve geçmiş ve hatta gelecek bütün zamanların bu en tehlikeli örgütü; tüm dünya ülkelerini kapsadığından, arkalarındaki devasa güçle (ABD, NATO, Almanya, İngiltere İsrail...) hareket ediyor.
Bu ihanet şebekesinin merkez üssü konumundaki Türkiye’ye karşı; başta dost bildiği ülkelerden örtülü ve açıktan alçakça her türlü savaş metotları sergileniyor.
Sosyal, siyasal, ekonomik ve psikolojik sahalarda icra edilen bu iğrenç savaşla Türkiye dize getirilmeye çalışılıyor. Bize paramızla silah verilmezken, düşmanlarımızı bedelsiz olarak silah ve mühimmata boğmak başka hiçbir şeyle ifade edilemez.
Geçen asrın ortalarına doğru Sovyetler bizden Kars’ı, Ardahan’ı isteyip, boğazlardan hak talep edince, NATO’ya girmek zorunda kaldık. Yani bizi veremle korkutup, KOAH’a razı ettiler.
NATO’ya kabul edilişimizi düğün bayramla kutlamıştık; Sovyetler’in fiili saldırısından kurtulduk lakin NATO ile birlikte içeride kendi kendimize ölüme terk edilmiştik!
Bulunduğumuz bu coğrafya güçlü olmayı ve kendi kendine ayakta durmayı zorunlu kılmasına karşın, NATO yüzünden silah ve mühimmat üretebilmek şöyle dursun, askerimizin potinini bile ABD’den getirtiyorduk.
Uzun yıllar sefalet içinde kıvranan halk, sıtmadan kırılıyordu. Her yanını saran bitlerden kurtulabilmek için de sonradan Türkiye’de ve dünyada yasaklanmış olan DDT’den bile yoksundu.
NATO ile birlikte kinine (sülfat) ve DDT’ye kavuşan
ve bu dertlerden kurtulan(!) halk, denize düşmüş haliyle yılana sarıldığını nereden bilsindi? Bu durum DDT’nin kanserojen zararından daha tehlikeli olup, halkın uyutulmasına ve NATO’yu emin liman bilmesine yol açtı.
NATO’ya girmekle askeri bürokrasimizin yönetimini yabancılara terk ve teslim ettik. Sivil yönetim ise, zaten askeri vesayet altındaydı.
ABD, yalnızca bölgemizi değil, tüm dünyayı kasıp kavuracak ateşle oynuyor. Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinde, yanına Mısır ve Suudi devlet başkanlarını da alıp tuttukları ‘küre’nin Pandora’nın kutusu olduğu çok geçmeden anlaşıldı!
Suudi tahtındaki yaşlı kral, yerine, genç ve ‘ılımlı İslam’ (ne demekse?) vaat eden yeni kralı getirdi.
Yeni kral Selman bin Abdülaziz geldi ama pir geldi; hanedan mensupları dâhil, bir sürü bakan ve üst düzey bürokratı yolsuzluk suçlamasıyla görevden alıp hapse attı.
Demeye kalmadan; ülke, Yemen tarafından atılan balistik bir füzeyle vuruldu. İran menşeli olduğu iddia edilen bu füzelere misliyle karşılık verildi.
Füze havada imha edilmiş ama yerdeki yankıları devam etmişti: Kraliyet muhafızları, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Ekonomi ve Planlama bakanları bir çırpıda değiştirildi.
Belli ki yeni kralın etrafı temizlenerek eli güçlendiriliyor!
Ortadoğu’da gelişmekte olan hiçbir olay diğerinden bağımsız değildir ve hepsinin arkasında İsrail bağlantılı ABD ile İngiltere vardır.
Hatırlaya-lım; Ak Parti’nin iktidara geldiğinde yaptığı ilk icraat, Güney-Doğu illerimizdeki OHAL’i kaldırmak olmuştu. Bundan dolayı da bölge halkının güvenini kazanmış, bu durum da sandıklara yansımıştı.
Avrupa ülkelerinin her hangi birisinde yalnızca tek bir terör olayı bile OHAL’e sebep oluyor; bundan dolayı da hiç kimse sesini çıkarmıyor. Üstelik Avrupa’da terör karşısında tüm ülkelerin iktidarları ile muhalefetleri kenetlenip ortak tavır sergiliyorlar.
Bizde ise, anlaşılması mümkün olmayan bir şekilde, muhalefet partileri sürekli olarak terör örgütlerinin yanında ve hatta bunlardan bir kısmı, içinde yer aldılar, alıyorlar. Terör örgütlerinin her türlü yıkıcı faaliyetlerinden medet umarak ve bunları dillendirerek iktidarları yıpratmak ve düşürmek istediler, istiyorlar.
Vesayet dönemlerinde ise, çok daha beterlerini yaşıyorduk. Asker ve sivil bürokrasinin içinde yuvalanmış bir kısım vatan hainleri, terörle mücadele edecekleri yerde, teröre arka çıkıp destek oluyorlar ve vatan evlatlarının şehadetlerine bilerek ve kasıtla sebep oluyorlardı.
Aynı odaklar, aynı silahlarla; sağı-solu birbirine kırdırıp ülkede OHAL, Sıkıyönetim ilan ettiriyor; bunlarla da yetinmeyip darbe
Bugün 10 Kasım 2017, Atatürk’ün ebediyete intikal edişinin 79. sene-i devriyesi.
Atatürk hakkında dün de bugün de bir sürü yersiz tartışma yapıldı, yapılıyor. Bunlara bizim katılmamız mümkün değildir çünkü tartışmaların hiçbiri aklıselimle yapılmıyor.
Bence Atatürk’ü değil, Atatürkçüleri tartışmak lazım!
Atatürk, gençliğinden beri serbest fikirli olup, milli iradeye (cumhuriyete) inanan bir kişiydi. O, yapıp ettikleriyle ve başarılarıyla dünyada emsali olmayan bir liderdir.
Son derece zeki ve pragmatistti.
Atatürk Osmanlı’nın kurmay subayıydı. Kurmay zekâsıyla olay ve ortamı çok iyi değerlendirip, en olumsuz şartları (kriz) bile fırsata çevirmesini bilirdi ve bildi.
Atatürk’ü anlayabilmek için devlet olgusunu bilmek lazımdır ki biz Türklerin devlet algımız, ‘devlet-i ebet müddet’ anlayışıdır. Yani kıyamete değin devam edecek bir
Tüm dünya ülkeleri FETÖ fitnesiyle karşı karşıyadır. Arkasında ABD, İngiltere ve İsrail’in bulunduğu dünyanın bu en vahşi örgütü, eğitim ve din maskesi altında tüm ülkelerin ışıltılı beyinlerini kendi ülkelerinin aleyhinde olacak şekilde devşirdi ve devşirmeye devam ediyor.
Dikkat edilirse, hareketin görünür lideri Türkiye’den seçildi ve Türkiye merkez üssü addedildi. Yani pergelin sivri ucu Türkiye’ye batırılıp, bütün dünya ülkeleri pergelin çizdiği dairenin içine alındı.
Türkiye’nin merkez üs seçilmesinin birçok sebebi vardır ve bunların başında Türklerin, asırlar boyunca İslamiyet’in bekçiliğini yapmış olması ve İslam coğrafyasındaki nüfuzu gelmektedir.
Dinler arası diyalog teranesiyle başta İslamiyet olmak üzere tüm semavi dinler çığırından çıkarılmış ve tüm bu dinlerin üzerinde uydurma bir din meydana getirilmiştir.
Meydana getirilen bu sahte dinde herkes cennete gidecektir! Uydurulan bu dine göre, İslamiyet’te yalnızca Allah’a inanmak kâfidir, ayrıca Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisidir demeye gerek yoktur!
Bundan dolayı da vaktiyle Diyanet’in bağlı olduğu devlet bakanlarının ve Diyanet İşleri Başkan ve yöneticilerinin FETÖ’nün borusunu çalmaları yüzünden camilerdeki
Devletle milletin arası açık olur mu? Bu sualin normal şartlardaki cevabı; mahut devletin düşman tarafından işgal edilip, ele geçirilmesi ile ve işgal eden devlete karşı olur şeklindedir.
Ama gelin-görün ki, hemen hiçbir şeyin normal olmadığı bu netameli coğrafyada; ülke işgal edilmeden de devletle milletin arası pekala açılabiliyor.
Nasıl mı?
Çok kolay! Eğer bahsedilen ülke gerçekten bağımsız değilse; yabancı devletlerin elleri onun içini devamlı karıştırıyorlarsa ve bunların tabii sonucu olarak o ülkede sık sık darbeler yapılıyorsa; devlet-millet düşmanlığının tohumları ekilmiş demektir.
Şu halde, sonunda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim; diriliş ya da yeniden doğuş için bağımsızlık şarttır. Bu ise, öyle sanıldığı kadar ve dillerde pelesenk edildiği gibi kolay değildir. Bağımsızlığın olmazsa olması güçlü olmaktır.
Hep söyleyip dururuz; ülkemizde yapılan tüm darbelerin arkasında dış güçler vardır diye. Özellikle dost ve müttefik bildiğimiz ülkeler bu haltı işliyorlar! Bunu da zaten kendileri, sonradan itiraf ediyorlar. Onların istediği şey çok açık; Türkiye’yi karıştırmak, istikrarsızlaştırmak ve istedikleri gibi yönetip sömürmektir.
Bundan da daha vahimi olarak; devletle milletin
Barzani ateşle oynadı; kendisiyle beraber Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ndeki Kürtleri de yaktı.
Ateşle oynamadan önce, âlemi sersem, kendini akıllı görüp, ikili, üçlü ve hatta dörtlü oyunların içine girdi. Akılları sıra Türkiye’yi uyutacaklardı. Türkiye uyandığında da her şey bitmiş ve kendi arzuları gerçekleşmiş olacaktı!
Önceleri kuzu postuna bürünüp Türkiye’ye yalvar yakar yanaştı. Öyle ki memur maaşlarını bile Türkiye’den tedarik ediyordu. Türkiye ile öylesine önemli ticari anlaşmalar yaptı ki bunların sonucunda hem kendisi ve hem de Türkiye Merkezi Irak Yönetimi ile papaz oldu.
Üst akıl (ABD, İngiltere-İsrail) oyunu çok güzel oynuyordu; Merkezi Irak Yönetimi’ni Şiileştirirken, Sünni olan Barzani yönetimini Türkiye’nin kucağına itti.
Belli ki üst akıl, gelecekteki Şii-Sünni savaşının fitilini döşüyordu. Göz boyamak için de düşman bildiği İran’a bile yol verip, Kuzey Irak’ta alan açtı.
Dikkat edilirse, bölgede bir kurtlar sofrası kurulmuştu ve bu sofradan pay kapmak isteyen her bir kurdun ayrı bir hesabı vardı.
Hesabı olmayıp hasbi ve samimi olan tek ülke Türkiye olmasına karşın, bölgede tezgâhlanan her oyundan en çok da Türkiye zarar görmekteydi. Dolayısıyla, Türkiye,