ABD’nin İngiltere’den farkı, İngiliz’in sessiz ve derinden oynadığı kahpeliği, ABD’nin züccaciye dükkânına giren fil gibi yapmasıdır.
Ortadoğu’da İngiltere’den kaptığı rolü, mafya metotlarıyla icra ederken, dostla düşmanı ayırmıyor ve olaylara bodoslamasına dalıyor.
Irak’ta işledikleri vahşetin ardından, İngiltere suçunu itiraf edip günah çıkarmasına rağmen, ABD, seri katil pişkinliğiyle cinayetlerine devam etti, ediyor, ettiriyor.
Irak’ta kurup palazlandırdığı DAEŞ’i manivela gibi kullanarak, onca zulümleri yaptırdığı yetmemiş olacak ki bu sırtlan sürülerini Suriye’de konuşlandırıp, yaptırdığı vahşetle PKK/PYD’nin önünü açtı.
DAEŞ’in boşalttığı alanlara PKK/PYD/YPG’yi yerleştirdi.
Türkiye’nin dışında hiç kimse ABD’ye “Ne yapıyorsun? Bir terör örgütünü başka bir terör örgütüyle bitirmekten maksadın nedir? Neye hizmet ediyorsun? KAN KANLA TEMİZLENİR Mİ?” demedi, diyemedi.
Irak’ı ve Suriye’yi böylesine ateş üstünde tutup, bölgenin tamamını (Ortadoğu) kıyamet ateşine atacak senaryolar yazıp uygulamaya yelteniyor.
Ülkemizde milli duyarlı-lığı olan her vatanseverin Sayın Devlet Bahçeli’yi takdir etmesi gerekir. Zira Sayın Bahçeli’deki devlet adamlığı kumaşı pek az siyasetçide vardır.
Başında bulunduğu MHP ülkemizin en köklü ve olmazsa olmaz partilerinden biridir. Zira çakalların ve hatta sırtlanların sürü halinde gezindiği yerlerde bozkurtların olmaması düşünülemez!
Bahçeli, demokrasimiz ne zaman tıkansa, kilit durumundaki partisine işlerlik kazandırarak ülkenin önünü açmıştır. Nitekim CHP’nin ve o günkü ‘güdümlü’ Anayasa Mahkemesi’nin, Meclis’in açılması için şart gördüğü 367 garabeti ancak Sayın Bahçeli ve MHP sayesinde aşılabilmiştir.
Vatanseverlik ve sorumluluk bunu gerektirir ama gelin görün ki bu hali, diğer muhalefet partilerine bir türlü anlatamadık! O kafa körü körüne, yalan dolan ve envaiçeşit iftiralarla iktidara karşı olmayı ve hatta iktidarı çalışamaz kılmayı muhalefet etmek zannediyor!
Sittin senedir bu yöndeki muhalefetin para etmediğini görmelerine rağmen hâlâ aynı yönde ısrar ediyorlar. Yalan ve iftiralarla siyaset yapılabileceğini sanıyorlar.
Muhalefet olmak demek, dürbünün hep ters tarafından bakmak değildir.
Düz tarafından bakıp, yapıcı eleştiri yapmayı bir türlü
Bugün gelin; medya olarak elimizden hiç düşürmediğimiz ve önümüze gelene sürekli batırdığımız çuvaldızla ne yaptığımızı anlayabilmek ve vermekte olduğumuz acının azıcık bir örneğini tatmak için iğneyi kendimize batıralım!
Kurum ve kuruluşların kamil manada yerine oturmadığı toplumumuzda, medyamızın da sağlıklı bir geçmişi bulunmamaktadır. Bunu da, asıl işlevinden koparılan medyanın; belli merkezler adına tetikçilik yapmasında, psikolojik savaşlarda algı oluşturmasında ve hepsinden önemlisi; kendini hem polis, hem savcı ve hem de yargıç konumunda görmesinde müşahede ediyoruz.
Özellikle ‘kutsal’ olan haberi vermede asıl görevi; yansız, objektif ve düz ayna görünürlüğü sağlamak olan medya; iç ve dış mihrakların emrine girerek, pireyi deve-deveyi pire yapıp algı oluşturuyor.
Bunun son ve tipik örneğini ABD’de yargılanmakta olan Sarraf davasında görmekteyiz.
Rıza Sarraf denilen adamı; bir yandan üçkağıtçı, yalancı, dolandırıcı, aşağılık olarak tanımlarken, diğer yandan bu denli bir pespayenin sözlerini gerçek kabul edip manşetlerimize taşıyoruz.
Ve bakın ne diyoruz: ‘Sarraf konuştukça Türkiye utanıyor!’
Yani böyle bir aşağılık adamın sözlerini gerçek kabul edip; hüküm veriyoruz.
ABD’deki mahk
Her zaman söylüyoruz; Türkiye’nin asıl sorunu, iktidardan ziyade ana muhalefettir.
Yapılan son anayasa değişikliğiyle ülkemizde iktidar olabilmenin çıtası yüzde ellinin üzerine çıkarıldığından, bundan böyle yüzde yirmi ile otuz arası bir rakama çakılı olan CHP için iktidar hayal oldu! Bundan dolayı mıdır bilinmez; başta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, yönetim kadrosundaki bir kısım partilinin adeta kimyaları bozuldu!
Eline tutuşturulan kâğıtları ters yüz ederek (ters yüz edilmemişse düzmece; zira gönderilen para yok, satılan şirketin ülkemize gelen parası var), Meclis kürsüsünden Cumhurbaşkanı’nı ve aile bireylerini suçlayarak, her zamanki gibi gözlerini yumup bayramlık ağzını açtı!
Cumhurbaşkanı, bunları yalanlamakla kalmadı; bunların ispatı halinde siyaseti bırakacağını söyledi. Biz de basın mensupları olarak, iddia edilen belgeleri alıp araştırmak istedik ama söz konusu belgeler ne medyaya ne de savcılığa teslim edildi.
Daha sonra CHP Grup Başkan Vekili; ortada suç olan bir eylem olmadığını, bundan dolayı da savcılığa gidemeyeceklerini, bununla beraber, etik olmayan bir mesele olduğunu ve bunun için Meclis Araştırma Komisyonu kurulması gerektiğini söyledi.
Hoppal
Seneler senesi gariplikler ülkesiydik. Dışarıdan bakıldığında, neredeyse Türkiye’miz bir akıl hastanesinin bahçesini andırıyordu! Bu bahçede dolaşanlarımız zaman zaman doğru dürüst konuşabilseler de çoğu kez yığınla zırvalara tanık oluyorduk.
Düşünün; bu asırda bir toplum, onlarca yıl boyunca bir metrelik bir örtünün kavgasını nasıl sürdürür? Ve bu yüzden toplumu gerer ve yönetenlerle yönetilenleri birbirine düşman eder?
Yine seneler senesi, bir kısım insanımızın doğasını ve doğuştan sahip olduğu melekelerini inkâr edip yasakladık. Öyle ki Kürt kelimesini söyleyemiyor ve yazamıyorduk. Hapishanedeki Kürt çocuğu ile annesi Kürtçe konuşamıyordu. Anne başka lisan bilmediği için evladının yalnızca yüzüne bakıp dönüyordu. Dil olarak, yalnızca karşılıklı ağlamalarına müsaade ediliyordu!
İmam-hatip liseleri kurulduğundan beri hedefte tutuluyor ve Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olarak, bu lise mezunlarının üniversite hakları ellerinden alınıyordu. Sittin senedir ‘o kafa’ya lise dengi olan imam hatip okullarının normal liselerden fazlası var eksiği yok gerçeğini anlatamadık. O kafa ısrarla bu okul mezunlarının yalnız imamlık yapabileceğini ileri sürüyordu.
Halbuki bu okulların
Devlet, sözlükte; toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan teşkilatlanmış millet veya milletler topluluğunun meydana getirdiği tüzel varlık şeklinde tarif edilir. Devletler güçleriyle ayakta durup varlıklarını devam ettirirler. Bu güç, şayet kendinden değilse, o devlet güdümlüdür; yani başka güçlü bir devletin vesayetindedir.
Devletler ellerinde bulundurdukları gücü iki şekilde kullanırlar. Devletleri var eden ve varlıklarını devam ettiren bu güçleridir. Bu gücü, ya adaleti temin etmek amacıyla kullanır, ya da aynı gücü bir baskı aracı olarak kullanarak devletlerinin ömürlerini uzatmaya çalışırlar.
Bunlardan birincisi adil (sosyal) devlet, ikincisi de zorba devlettir. Dünya üzerinde kamil manada adil devlet bir elin parmaklarını geçmez, onlar da netameli coğrafyalardan uzakta olup, esamesi pek okunmayan küçük devletlerdir. İçerideki kendi halkına adaleti sağlayan ve fakat elindeki olanca gücü, dışarının sömürülmesi için kullanan devlet asla adil olamaz. Bunlar da zorba ve zalim devletler sınıfına dahildir.
Gücünü kendi halkına gösteren ve onları baskı ve zulüm altında inleten devletler ise, uşaklığını yaptıkları büyük güçlerin (emperyal) uydularıdırlar. Tarihte hiçbir devlet
Osmanlı’nın enkazı üzerinde, sınırları cetvelle çizilmiş onlarca devlet (devletçik) var. Başta Ortadoğu’dakiler olmak üzere, bu devletlerin ortak özelliği ‘güdümlü devlet’ olmalarıdır.
Birinci büyük savaşın galibi İngilizler öyle uygun görmüşler: Bu devletlerdeki insanlar, yöneticilerinin elinde esir olacak; o yöneticiler de İngilizlerin elinde esir olacaktı!
Bu da baskı ve zulümle icra edilecekti.
İkinci büyük savaştan sonra ise, bu savaşın galibi olan ABD, mahut patron kulübünde yerini aldı ve aynı bölgenin parselasyonunda belirleyici (nazım) rol oynadı.
Birinci ve ikinci büyük savaşlar sebep ve sonuçları itibarıyla bitmediler ve insanlık var olduğu müddetçe de bitmeyecekler!
Sebep, muhatabının elindekini ve dolayısıyla muhatabını yemek; sonuç ise doymak ve yetinmektir. Doymak şöyle dursun, her geçen gün iştihalar daha da kabardığına göre, bu açlık (doyumsuzluk) kıyamete kadar devam edecektir.
Emperyalistlerin hedefi, bölge insanını akılsız başlara yönettirip, onları başsız ayaklar haline getirmek ve böylece onları biteviye sömürmektir.
Enerjiyi ve onun güzergâhını kontrol edebilmek için Ortadoğu’da sürekli karışıklık çıkarıldı. Milyonlarca insanın kanı akıtıldı, on milyonlarcası evinde
Belli ki uluslararası arenada birileri Türkiye’nin sinir uçlarıyla oynuyor. İstiyorlar ki NATO’dan da, AB’den de ayrılalım. Ayrılalım ki Türkiye, cascavlak ortada kalsın ve başta ekonomik ve savunma stratejileri olmak üzere sık boğaz edilip diz çöktürülsün.
Diz çöktürülsün ki özellikle bölgesinde kurgulanmakta olan haritalarda söz sahibi olamasın.
Bu cümleden olarak, düzmece davalar üzerinden çıkarılacak skandal kararlarla Türkiye’nin ve Türk yöneticilerinin üzerine gelinmek istenmektedir. Böylece Türkiye, mahkûm (!) edilip yalnızlaştırılacak ve uluslararası arenada çıkmakta olan sesi kısılacaktır!
Malum, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra müstevlilerin bölgeyi cetvelle çizmelerine yalnızca seyirci kalmıştık. Bize biçtikleri kefeni ise, milletimizin azim ve kararlılığı ve Kurtuluş Savaşı ile yırtmıştık.
Kefeni yırttık ama sağlığımıza tam kavuşamadan, yine aynı güçler tarafından bu kez müşahede (kontrol) altına alındık.
NATO’ya girip, paktın güneydoğu kanadının savunucusu olduk. Bizim sayemizde pakt, Ortadoğu’yu, Kafkaslar’ı SSCB’yi, Balkanlar’ı ve hatta Akdeniz’i kontrol edebildi.
Nimet-külfet dengesi hep aleyhimize işletilmesine rağmen, sesimizi çıkarmadık, çıkaramadık. Çıkardığımızda da