Cezaevlerinde açlık grevi yapanlar sağlık sorunları açısından tehlikeli sınıra doğru yaklaşıyorlar.
58 cezaevinde 700 civarında KCK/PKK’lı tutuklu ve mahkum açlık grevindeler. Talepleri karşılanmadıkça bu eylemi sürdüreceklerini kamuoyuna duyurdular.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den sonra, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da dün bu eylemin sonlandırılması için Diyarbakır’da çağrıda bulundu. Kılıçdaroğlu’nun bayramda Diyarbakır’ı ziyaret etmesinde bu eylemlerin de payının olduğunu belirtmek gerekir.
CHP lideri, hiçbir şeyin insan yaşamından daha değerli olmadığını vurgulamasının yanı sıra, “Eğer insanlar bedenlerini ölüme yatırıyorlarsa durup düşünmek gerekir” diyerek de eylemin mesajının anlaşıldığını duyurmuş oldu.
Ölüm için yarışmak
Sorunların çözümü için “ölüme yatmak” kabul edilebilecek bir yöntem değil.
Böyle olduğu halde bu eylemi yapanlar üzerinde etkili olabilecek siyasilerin, “Sorumluluk iktidarındır” diyerek olayı seyretmeleri de kabul edilemez. Cezaevlerindeki eylemcilerin açlık grevinin, yaşamsal sorunlara ve hatta ölüme yol açabilecek tehlikeler içerdiği biliniyor.
Böyle bir eylem karşısında bütün siyasi liderlerin ve partilerin ortak bir çağrı yapmaları gerekir. Bu eylemin durdurulması için ortak çaba sarf etmeleri beklenirken, “Gerekirse ben de ölürüm, gerekirse ben de kurban” olurum gibi mesajlar vermeleri basit siyaset yöntemidir.
Ölmeyin, öldürmeyin
Siyasetin merkezine yaşamı değil ölümü koymak izah edilemez.
Ölerek ve öldürerek siyaset yapmak reddedilmesi gereken bir yoldur.
Bu halde BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a da, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’e düşen de ölüme yarışmak, yarıştırmak değil, aksine bir söylem ve eylem içinde olmaktır.
Siyaset hâkim olmalı
“Sorunu siyaset kurumu çözmelidir” diye beylik ifadeler kullanıp açlık grevlerini, ölüm oruçlarını desteklemek vahim bir çelişkidir.
Eğer sorunların siyaset kurumu tarafından çözülmesi gerektiğine gerçekten inanılıyorsa, o zaman bu tür eylemlerin de terörün de karşısında olmak, silahlı destekle siyaset yapmamak gerekir.
Eğer BDP bu tabanı temsil ettiğini düşünüyorsa, bu işlevi üstlenmelidir.
Terör örgütünü, onun kontrolündeki eylemleri sona erdirecek, silah yerine siyaseti koyabilecek bir pozisyon almalı, bütün etkinliğini bu yönde kullanmalıdır.
BDP bu yöndeki çağrılara bugüne kadar kulağını tıkadı.
Bunun nedeni siyasal varlığını terör örgütüne borçlu olduğunu düşünmesidir.
Terör örgütünün parti üzerindeki hâkimiyeti biliniyor. Doğru olanın ise bunu tersine çevirmek olduğu da biliniyor.
Ama bu yönde adım atmaya cesaret edecek bir isim de ortaya çıkmıyor.
Ne Selahattin Demirtaş ne Osman Baydemir ne de Leyla Zana böyle bir çıkış yapıyor.
Oysa böyle bir adım bütün olarak siyaset kurumunu ve iktidarı da etkileyecek bir başlangıç olabilir.