“Kaid-i Fatih-İl Azam. Kaddafi’nin Libya’daki adı bu... Libya’yı ‘kuran, fetheden, en büyük lider’ anlamına geliyor. Bu görkemli sıfat Kaddafi’yi ülkesinde neredeyse yarı tanrı mertebesine çıkarmış. Tıpkı Bağdat’taki Saddam, Kahire’deki Mübarek, Cakarta’daki Suharto gibi Trablus’ta da her yer Kaddafi... Karada, denizde, havada, yolda, evde, direkte, ağaçta, duvarda bin bir çeşit Kaddafi posterleri... Asker Kaddafi, öğrenci Kaddafi, köylü Kaddafi, kentli Kaddafi...Trablus dev Kaddafi’lerden geçilmiyor.”
Bu satırlar 6 Kasım 1996 tarihli Milliyet’te Trablus’tan yansıttığım izlenimlerden. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın o ünlü, olaylı Libya gezisinden. Trablus’ta böyle bir Kaddafi’yle karşılaşmıştık.
Kendini yarı-tanrı sanan ve öyle pazarlayan; Başbakan Erbakan dahil tüm heyete tepeden bakan; konuşurken gözlerini tavanda gezdirip, bir iki dakikada ancak bir kelime lütfeden; “ben aslında bir insan değilim, daha fazlasıyım” edasıyla konuşan; Atatürk’e, Türkiye’ye dile uzatan bir garip Kaddafi izlemiştik.
Mekke havası
Kaddafi dün nihayet ortaya çıktı. ABD’nin yıllar önce bombaladığı metruk binadan garip bir konuşma yaptı. “Sıradan bir insan” olmadığını söyleyerek, yine ruhani bir havaya girdi. Libya’yı “Afrika’nın Mekkesi” diye ilan etti. Kendisini açıkça peygamber ilan edemedi ama ima etmekten de geri kalmadı. Yarattığı havaya kendisi de inanıyor olmalıydı ki, “bana” dedi, “diğer liderlere yaptıklarını yapmaya çalışıyorlar ama ben Kaddafi’yim!” Kaddafi de diğer diktatörlerden farklı olmadığını yakında anlayacaktır. Ancak anlamamak için direniyor.
Kafa kumda
Dünkü konuşmasından da anlaşıldığı gibi Kaddafi kafasını kuma gömmüş ve çıkarmaya da niyeti yok. Mübarek’in taktiğini izliyor. Sanki isyan edenler kendi halkı değilmiş; devirmek istedikleri de kendisi değilmiş gibi bir hava esti, gürledi.
Zannedersiniz ki, Libya bir başka ülkenin işgaline uğramış Albay Kaddafi de halkının başına geçmiş ulusal kurtuluş savaşı veriyor! Konuşmasında 1911’den bu yana gelemedi. Oğlunun neden, “İtalyanlara ve Türklere bırakmayacağız” dediği de babasının konuşmasından anlaşıldı. Kaddafi, 1900’lerin başında, İtalyanlara karşı kurtuluş savaşı veriyor, havalarındaydı.
Pes doğrusu
Dünyanın gözünün içine baka baka, “Arap medyası sizi kötü göstermek istiyor, kötü görüntüler yayınlamak istiyor” diyebildi. Bunu söylediği saatlerde Bingazi’den, Trablus’tan sivil insanların üzerine nasıl ateş açıldığı, insanların nasıl öldürüldüğü, ortalığın nasıl ateşe verildiğini gösteren yayınlar yapılıyordu. Ama Kaddafi’ye göre bu görüntüler, Libyalılıarı kötü göstermek isteyen, ihanet içindeki Arap medyasının işiydi!
Kaddafi de tıpkı Mübarek gibi Libya gençliğine seslendi. Ülke işgal altındaydı, ABD Libya’yı işgal etmek istiyordu, bu olaylar bu yüzden, bir avuç yabancı tarafından çıkarılmıştı; o halde Libya gençliği bunları yakalamalı ve güvenlik güçlerine teslim etmeliydi.
Lütfen ama lütfen
Kaddafi burada da durmadı: Olayları çıkaranlara ölüm cezası verileceğini de tüm dünyaya ilan etti. “Lütfen ama lütfen” dedi, “sizleri seviyorum, bunları yakalayın getirin!”
Kaddafi, oğlu gibi Libya halkını iç savaşla da tehdit etmeyi unutmadı. “Ben” dedi, “henüz ateş emri bile vermiş değilim.” Demek ki Kaddafi bir de ateş emri verseydi, 1000’e ulaştığı bildirilen ölü sayısı kim bilir kaç binlere çıkardı!
Kaddafi’nin çılgınlığı
Dün konuşması ve havası gösteriyor ki, Kaddafi dikatörlüğünü kaybetmemek için her türlü çılgınlığa başvurabilir. Kaddafi yandaşlarını sokağa çıkmaya çağırarak çılgınlık yaptı. İç savaş istediğini de göstermiş oldu. Bu ortamda görev aklıbaşında Libya yöneticilerine düşüyor. Kaddafi’nin yaratmaya çalıştığı katliama alet olmamak için ellerinden geleni yapmaları gerekiyor. Bu aşamadan sonra Kaddafi’nin emirlerine uymak, kendi halkını felakete sürüklemek olur.