Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yılmaz Erdoğan’ın yönettiği ‘Kelebeğin Rüyası’ filminin Zonguldak’taki galasına katıldım. Filmin sonunda teşekkür bölümüne Hikmet Bila’nın ismine de yer verilmiş. Keşke Rüştü ve Muzaffer’in isimlerine daha yakın bir yere konsaydı...

Bir ‘teşekkür’ün düşündürdükleri

Hafta sonu doğup büyüdüğüm Zonguldak’taydım. Kömür havzasının sorunlarını ve geleceğini tartıştık. Zonguldak’taki meslektaşlarımla sohbet ettik.
Pazar günü de Yılmaz Erdoğan’ın yönettiği, “Kelebeğin Rüyası” filminin Zonguldak’taki galasına katıldım.
Film başlamadan önce sahneye çıkan Yılmaz Erdoğan’ın, geçen yıl kaybettiğim abim Hikmet Bila’nın 20’li yaşlarında veremden ölen genç şairler Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun, İkinci Dünya Savaşı boyunca Zonguldak’a damgasını vuran “mükellefiyet” döneminde geçen yaşamlarını konu alan “Kömür Kara” senaryosuna atıf yapması ve rahmetli abimi anması beni duygulandırdı.
Filmin sonunda, “teşekkür” bölümünde, “Hikmet Bila” ismine de yer verilmişti. Keşke ismi Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’ya daha yakın bir yerde olsaydı diye geçirdim içimden.
Kelebeğin Rüyası’nı izlerken, Hikmet abim de, “Kömür Karası” da zihnimden bir film gibi akıp geçti. Film boyunca Kelebeğin Rüyası ve Kömür Kara’nın esintileri arasında gidip geldim. Kömür Kara’nın özgün sahneleri aktarılmış olsaydı, Kelebeğin Rüyası’nı Zonguldak’taki mükellefiyet koşullarındaki yaşam açısından tamamlardı diye düşündüm.
Kelebeğin Rüyası’nda, mükellefiyetten kaçan Zonguldaklıların zincire vurulmuş halde kömür ocaklarına götürülüşü, işçilerin bitlenişi ve perişan görüntülerini canlandıran birkaç sahne yer alsa da, genç şairlerin, “Suzan”a doğru akıp gitmeleri, filmi dramatik bir aşk öyküsü eksenine oturtup, yaşandığı dönem Zonguldak’ından uzaklaştırmış gibiydi.
Şiirde Garip akımının genç mensupları sayılan Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu için en büyük heyecanlardan biri olan; kısacık yaşamlarında çok büyük yer tutan Salah Birsel’i ve Oktay Rifat’ı gözlerim aradı doğrusu...

Oyuncuların performansı
Yılmaz Erdoğan, genç şairleri çok da hissettirmeden koruyup kollayan hoca Behçet Necatigil’i de, hayat dersi verirken usta şairliği unutmayan Behçet Necatigil’i de hakkıyla canlandırmış. Çok az sahnesi olmasına rağmen Behçet Necatigil rolü, Yılmaz Erdoğan’ın oyunculuğunu yansıtmasına yetmiş.
Muzaffer Tayyip Uslu rolündeki Kıvanç Tatlıtuğ’un, oyunculukta çok önemli mesafeler kat ettiği Kelebeğin Rüyası’nda gözleniyor.
Veremli, çökmüş vücudun üstünde, şiir uğruna ölümü bile göze alan, heyecanını tırnaklarını kemirerek yaşayan ve yaşatan genç şair rolünün hakkını fazlasıyla vermiş Kıvanç Tatlıtuğ. Sinema eleştirmeni değilim, ancak Kıvanç Tatlıtuğ’un, bu performansıyla oyunculukta, “başka bir aşamaya” geçmeyi başardığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Mert Fırat da profesyonel bir oyuncu rahatlığı içinde rolünü kolaylıkla çıkarmış. Ölüm sahnesindeki gerçekliği “ancak bu kadar güzel oynanır” dedirtecek düzeydeydi.
Belçim Bilgin ise Suzan rolüyle, bu gri-siyah konunun tek rengi olmayı başarmıştı. Bu filmin, Türkiye’nin borçlu olduğuna inandığım Zonguldak ve Zonguldak gibi bahtı kara olmuş iki genç şairi, geniş kitlelerle buluşturması açısından önemli katkı sağlayacağına inanıyorum.
Kelebeğin Rüyası’nın, Yılmaz Erdoğan’ın hem ulusal hem uluslararası ödüller beklediği bir film olduğunu biliyorum.
Bu yolda Kelebeğin Rüyası’na Zonguldak adına başarılar diliyorum.