Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Açlık grevleri, Türkiye siyasi tarihinde her zaman önemli bir yer tuttu.12 Eylül’den sonra Diyarbakır Cezaevi’nde başlayan, yine 12 Eylül uygulamalarına karşı İstanbul’daki birçok cezaevinde sürdürülen açlık grevi eylemleri ölüm orucuna dönüştü ve birçok mahkum bu nedenle yaşamını yitirdi. 1996’da, 12 mahkumun yaşamı, ölüm oruçları nedeniyle son buldu. En ağır bilanço ise 2000’de yaşandı. F tipi cezaevlerinin açılmaması için yapılan ölüm orucu eylemlerinde, Hayata Dönüş adı verilen operasyonda ölenler de sayılırsa, 132 kişi yaşamını yitirdi.
Açlığa bağlı ya da uzun süre eylemde bulunan mahkumlara yanlış müdahale sonucu gelişen Wernicke Korsakoff hastalığı ise yüzlerce mahkumun geri dönülmez biçimde sinir sistemini tahrip etti.

Çözüm olmadı
Bütün bu eylemlerin gerçekleştirildiği dönemlerde, cezaevindekilerin gerçekten eylem yapıp yapmadıkları, bir şeyler yiyip yemedikleri, eylemi yapanların buna zorlanıp zorlanmadıkları, cezaevlerine müdahale edilip edilmeyeceği, edildikten sonra bu müdahalenin doğru olup olmadığı tartışmaları sürüp gitti. Sonuç olarak bütün bu tartışmalardan geriye ölenler, sakat kalanlar, yaralananlar kaldı. Herkes kendi cephesinden haklılığını, meşruiyetini anlatmaya çalıştı.
Oysa açlık grevi ya da ölüm oruçlarına başlandığı dönemde ortaya atılan taleplere, eylemler bittiğinde bunların ne kadarının karşılandığına, devletin sonradan bu konularda attığı adımlara bakıldığında, ortaya çıkan bilanço, hiç de tartışmaların tarafları açısından makul biçimde açıklanabilir durmuyor.

66 cezaevinde sürüyor
Bu kadar acı deneyimlerden sonra bu kez de PKK’lı tutuklu ve hükümlüler, Abdullah Öcalan’ın tecrit koşullarının bitirilmesi, Kürtçenin kamusal alanda kullanımına olanak tanınması talepleriyle süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi eylemine başladı. Adalet Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre şu an 66 cezaevinde 683 hükümlü ve tutuklu, eylemi sürdürüyor. 683 kişiden 63’ü ise eylemlerine 12 Eylül’de başladı. Asıl tehlike sınırına geldiği belirtilen grup da 12 Eylül’de eyleme başlayan ve eylemlerinin 52. gününe giren bu 63 kişi. Yakınları, 63 kişide artık ciddi sağlık rahatsızlıkları görüldüğünü belirtiyor.

Ne olursa olsun bitmeli
Eylemdeki mahkumların talepleri, önceki açlık grevi eylemlerinden farklı olarak cezaevleriyle ilgili değil. Tamamen kendi yaşam koşullarından bağımsız, cezaevi koşullarından farklı taleplerle eylemi sürdürüyorlar. İki taleplerinin karşılanmaması halinde eylemlerini bitirmenin tek yolunun da Öcalan’dan gelecek bir çağrı olduğunu söylüyorlar.
Yaşanan gelişmeler ise devletin tavrı ile mahkumların taleplerinde ısrarcı olmasının süreci uzatacağını, yeniden sakat kalan, ölen kişilerin görülebileceğini ortaya koyuyor.
Oysa hem BDP hem de eylemciler üzerinde etkili olacak diğer çevrelerin, açlık grevi ya da ölüm orucu gibi, insan bedenini merkeze alan bir “ses duyurma” yöntemini eleştirmesi, eylemcileri bundan vazgeçirmesi gerekiyor.
Gelecekte, tıpkı geçmişte olduğu gibi açıklanamayacak bilançolarla karşılaşmamak için hemen bugünden itibaren başta BDP olmak üzere tüm çevrelerin ölümü kutsayan bu eylem türüne karşı bir dil geliştirmesi ve cezaevlerindeki eylemlerin bitirilmesi için kararlı bir duruş sergilemesi zorunluluğu bulunuyor.