ERZURUM’DAKİ hâkim, Erzincan Savcısı’nı tutuklarsa...
O hâkim iyi.
İstanbul’daki hâkim, bir tümgenerali tutuklamazsa...
O hâkim kötü.
Anayasa Mahkemesi, AKP’yi kapatmazsa...
Mahkeme iyi...
Anayasa Mahkemesi, falanca yasayı iptal ederse...
Mahkeme kötü.
Yargıtay Başkanı susarsa...
İyi.
Yargıtay Başkanı konuşursa...
Kötü.
* * *
Birinci kuvvet.
İkinci kuvvet.
Üçüncü kuvvet.
Eskiden dördüncü olan, artık “üç buçuk bile etmeyen” kuvvet...
Memlekette ne kadar kuvvet ve kurum varsa hizaya girmeli.
Tipik bir “Hep bana Rabbenâ” durumu yani!
Anlayacağınız...
“Bir günlük adalet altmış yıllık ibadetten faziletlidir” sözünüz dahi anlamı yok artık.
Bu halin tercümesini simgeleyen “mecazi bir alet” var:
Nalıncı keseri!
Alırsın eline keseri, yontarsın önüne geleni.
Hep bana.
Hep bana.
Nitekim...
Hazırlanan Anayasa değişikliği paketi de, o keseri ellerinde tutanların eseri!
* * *
Kimse unutmasın ama...
Keserin bir de sapı var.
Söz ise malum:
Sap döner.
Keser döner.
Gün gelir hesap döner!
Demokrasiye özlem
PARTİLERİN il başkanları eskiden öylesine güçlü insanlardı ki, milletvekili olmayı “tenzil-i rütbe” sayarlardı.
Üstelik o yılların milletvekilleri de, günümüz bakanlarından çok daha etkili insanlardı.
Bugün partilerin en üst yönetim organlarında “neler konuşulduğunu” kimse merak etmiyor.
Oysa bir zamanlar, bir partinin il yönetim kurulunda olup bitenler dahi anında haber yapılırdı gazetelerde.
“Neden” sorusunun cevabı için, söze dün bıraktığım yerden devam etmeliyim:
Çünkü siyasal partilerde demokrasi vardı.
Siyasal partilerde her yere, her göreve, her makama “seçim” ile gelinirdi.
Hem de kıyasıya rekabetin yaşandığı... Genel başkanların zerre kadar karışmadığı, karışamadığı seçimlerle!
Yarın size 1980 öncesinde İzmir’den milletvekili seçilenlerin adını hatırlatacağım.
Aradan geçmiş 30 yıl, 40 yıl ama...
Fark edeceksiniz ki onların çoğu, günümüz siyasetçilerinden çok daha fazla iz bırakmış hafızanızda!
Tek karelik kukla