ALIN kalemi kâğıdı elinize, lütfen “malzeme listesini” yazın önce:
“1 kaşık un, 2 kaşık sıvı yağ, 1 bardak mercimek, 1 bardak haşlanmış ve kabukları soyulmuş nohut, 1 tane limon, 1 kaşık biber salçası, 1 kaşık tereyağ, tuz, nane, 10 bardak su (tercihan et suyu)
Ve ayrıca hamur için: 1 su bardağı un, su, 1 yumurta, tuz.”
Efendim, evvelâ un, su, tuz ve yumurta ile kulak memesi yumuşaklığında hamur yapılarak, bir süre bekletilir. Daha sonra yufka açılır ve incecik şeritler kesilip, küçük kareler haline getirilir ve kurumaları beklenir.
Diğer yandan 1 kaşık un, sıvıyağ ile beraber sararana dek kavrulur. Üzerine 10 bardak su eklenir ve kaynaması beklenir. Kaynayan suya, hamurlar, mercimekler ve en sonra nohutlar eklenir ve hamurlar pişene dek kısık ateşte kaynatılır. Üzerine tuzu eklenir ve ateşten alınır.
Ve nihayet...
Tereyağında salça kavrulur, üzerine toz nane eklenerek kısık ateşte kızartılır ve kaynamış çorbanın üzerine sıcak sıcak dökülür.
Afiyet olsun.
Fakat bilmelisiniz ki... Adana yöresine özgü bu leziz yemeğin adı biraz kışkırtıcıdır:
Dul avrat çorbası.
* * *
Şimdi dikkat. TBMM’ye gönderilen Geleneksel Ürünlerin Korunması Kanun Tasarısı’na göre ürünlere tescil mecburiyeti geliyor ama geleneksel de olsa “genel ahlaka aykırı” isimlerin konması yasaklanıyor.
Malum.
Şu “ahlak” mevzuu herkese göre değişen bir kavram.
Kimi, sözün başında tarifini verdiğim çorbanın adına da, tadına bayılır.
Kimi “dul avrat” sözünü “ahlaksız” bulur.
Peki...
Ne olacak şimdi?
“Dul avrat çorbasına” kanun zoruyla “yeni gelin çorbası” mı denecek?
Ya vezir parmağı, ya hanım göbeği, ya kadınbudu, ya şıllık, ya dilber dudağı, ya kol böreği...
Hatta...
Çüklüce, pisik taşağı, otur Fatma tatlısı, kaymaçino, cici papa, kaçamak, papaz mancasının akıbeti ne olacak?
Hadi birine “Hocaefendi takkesi” dedik...
Ötekilere ne diyeceğiz?
Hepsinden koy çorbası, sar sarmala böreği, yala yut yahnisi, kap götür tatlısı mı?
Veya hepsine birden “iktidar kebabı” demek...
Galiba en iyisi!
Özrümü kabul edin
YILIN ilk gününde, “Ya ümitsizsiniz... Ya da ümit sizsiniz. Ya çaresizsiniz... Ya da çare sizsiniz” demiştim.
Demiştim de, o dörtlüğün altına Behçet Necatigil’in de adını eklemiştim.
Yanılmışım, özür dilerim.
Beni uyardığı için Doğan Hızlan’a da çok teşekkür ederim.
Bazen oluyor işte.
İnternette birden çok yerde karşınıza çıkan bir şeyi, daha fazla araştırmadan “doğru” olarak kabul ediveriyor insan.
Oysa aktardığım dörtlük, Metin Üstündağ’a aitmiş.
Öyleyse...
Behçet Necatigil’e ait olduğunu kesinlikle bildiğim “Yay” adlı şiir, bu pazar günü size eşlik etsin:
“Derinden sesler geliyor
Durduramaz beni aşkın
Bekle geçinceye kadar
Yayı daha germe
Kıracaksın.
Karanlıkta kımıldayan düşünceyi
Göremez sendeki gözbüründüğüm şu anda
Düşmüş senden kumaşlar
Eser serin bir rüzgâr
Sen çok sıcaksın
Koptu senden ellerim, köprü yıkıldı
Seni benim tarafa nasıl alabilirim
Uzaksın.”
Tek karelik alo