Londra Olimpiyatları’nın açılış töreninde ülkeler sırayla sahaya çıkarken, tribünlerden yansıyan görüntüler hafızama kazındı.
Cumhurbaşkanları, başbakanlar veya ABD Başkanı Obama’nın eşi ya da İspanya Kraliçesi heyecanla selamlıyordu kendi ülkelerinin sporcularını.
Hele kalabalık kafileler ve madalya kazanma umudu fazla olanlar, daha büyük bir coşkuyla karşılandı.
Çünkü yapılacak işin adı “oyun” da olsa, ucunda “iddia” vardı.
Kimler en güçlü?
Kimler en hızlı?
Kimler en başarılı?
Hepsi iki haftanın sonunda belli olacaktı ve bunun da alâmetifarikası madalyaydı.
Her gün, hatta her saat madalya tablosu değişiyor.
Kesin olan:
Amerika Birleşik Devletleri ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında amansız bir yarış var.
Gidiş o gidiş ki, geri kalan ülkelerin en kabadayısı sıralamada üçüncü olabilir ancak.
Umduğunu bulamayanların başında ise ev sahibi İngiltere geliyor hiç kuşkusuz.
Ve Türkiye.
Durum feci.
“En fazla sporcu” ile katıldığımız bu olimpiyatlar “yine bize bir hüsran” yaratma tehlikesi taşıyor.
Umudumuz her zaman olduğu gibi minderde.
Zaten baktım da, ilk altın madalyayı aldığımız 1936 olimpiyatından 1988 yılındaki olimpiyatlara kadar kazandığımız bütün altın madalyaları güreşçilerimiz toplamış.
Naim Süleymanoğlu ile birlikte, halterden gelen altınlar eklenmiş sonra listeye.
İşin dramatik yanı, 2000 yılında Hüseyin Özkan’ın judoda aldığı altın madalya da olmasa; olimpiyat tarihinde güreş ve halter dışındaki bir branştan kazanılmış altın madalyamız yok.
Yeter.
Boynu bükük kalmaktan, adımızın bile geçmediği yarışmaları kıskanarak izlemekten bıktık artık.
Her dalda, her salonda, her alanda, her sahada, her kulvarda şampiyonluğa uzanan sporcularımı görmek; sevinçle havaya zıplayarak dünyaya “En büyük Türkiye” dedirtmek istiyoruz.
Sanırım Başbakan Erdoğan da durumun farkında.
O da istiyor açılışına katıldığı olimpiyatlarda başının dik olmasını.
O da istiyor sadece heyecan duymakla yetinmeyip, daha çok gurur duymayı.
Onun için de, yeni bir anlayış, yeni bir sistem, yeni bir düzenle ve hatta “sil baştan” yaparak, yeni bir yapılanmayı başlatmak gerekiyor.
Tek karelik tebessüm!
Pidede son nokta
İzmir Fırıncılar Odası Başkanı Nejdet Durmuş ne yaptı, etti “İzmir’in en güzel pidesini” bana yedirdi.
Fırınının ismini özellikle sormadım.
Durduk yerde adamın başına iş çıkarmanın alemi yok.
Çünkü böyle bir pideyi yapan fırının önünde, millet kuyruk oluyordur zaten.
Biraz da kendimi düşündüm aslında.
Fırının adını, yerini öğrensem; gramajını zerre kadar dert etmeden, o lezzetin peşinden her gün gitmek zorunda kalacaktım.
İstedim ki, ağzımdaki lokmanın tadı damağımda kalsın.
Keşke herkes bu kadar iyi pişirilmiş, tadı tuzu mükemmel ve içinden hamur yumakları çıkmayan pide üretse de...
Yine herkes afiyetle aynı pideyi yese.
Bu kadarla kalsa, iyi gene.
Nejdet Durmuş ne dese beğenirsiniz?
“Aslında daha iyisini yapan da var ama onun pidesi geç çıkıyor.”
Sağol Başkan.
Onu da sen ye.
Tunca Bengin
İsrail teröründe neredesiniz?
23 Aralık 2024
Abdullah Karakuş
‘Benim teröristim iyi’ çıkmazı
23 Aralık 2024
Hakkı Öcal
Suriye’de barışı önlemenin yolu: YPG’yi korumak
23 Aralık 2024
Eren Aka
Belediyelerin borç tartışması bitmiyor!
23 Aralık 2024
R.Hakan Kırkoğlu
2025 size ne getirecek? Yengeç | Jüpiter ile şans ve bolluk sizinle olacak
23 Aralık 2024