GÜNLERDEN 2 Şubat 2010 Salı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 55’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumu açıldı.
Saat 22:54...
Kürsüde Başbakan Erdoğan var.
Ama Erdoğan’ın sözlerinin arasına başka sesler karışıyor.
Ve o sesler ve de kısmen kayıtlara yansıyan eylemler, TBMM zabıtlarına (AYNEN) şöyle geçiyor:
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) Meclisin yüz karasısın sen. Otur yerine! Terbiyesiz! Yalancı! Otur yerine!
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) Terbiyesiz senin babandır.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Arkadaşlar, lütfen...
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) Gel ulan, gel bakayım!
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) Sen gel!
(Sağlık Bakanı Recep Akdağ ile Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş’un birbirlerinin üzerine yürümeleri)
* * *
Bakanlar Kurulu sıralarında oturmakta olan biri, işi meydan okumadan posta atmaya kadar uzatıyorsa... Ve ancak başka bakanlar tarafından yaka paça tutularak zapt edilebiliyorsa... Ve de üstelik bu bakan, memleketin Sağlık Bakanı’ysa...
Teşhis koymak için doktor olmaya gerek yok:
Hiçbir şey yoksa o memlekette ciddi bir “sağlık sorunu” vardır!
Size ne beyim?
Oturun yerinizde.
AKP Grubu milletvekili kaynarken, Başbakan’ın fedailiğine soyunmak size mi kaldı?
Ama bilirim, eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş’a özellikle şu “domuz gribi” dalaşından ötürü fena halde gıcıksınız.
Zaman geçtikçe, Osman Durmuş’un haklı olduğu anlaşıldıkça; sizin de asabınız bozulmakta.
Ve hazır Osman Durmuş’u Başbakan’la tartışırken görünce, tutamadınız kendinizi.
“Fırsatı ganimet” sayıp, hemen ceketi sıyırdınız.
Ayıptır.
Bir de “Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı” olacaksınız...
Hiç kimseden utanmıyorsanız, çocuklardan utanın.
Unutmayın Sayın Bakan...
Yarın öbür gün bu saltanat bitecek.
Hiç düşündünüz mü acaba?
Bir gün, bir hastane odasında, “Ağzını aç” dediğiniz çocuklardan biri ya sizi tanır ve yaptıklarınızı hatırlarsa...
Ne olacak?
Suç ve ceza
SERKAN GÜNBAY’ın haberi “suç ve ceza” kavramlarına getirdiği boyut açısından önemli.
Olan şu ki...
Torbalı’nın Çakırbeyli Köyü’nde yaşayan bir vatandaşımız beş yıl önce arazi anlaşmazlığı nedeniyle bacanağı ile kavga etmiş, mahkemelik olmuş.
Dava geçenlerde sonuçlanmış ve mahkeme bu vatandaşa “Üç ay boyunca, haftanın bir günü iki saat kitap okuma cezası” vermiş.
Bir kere davanın beş yılda sonuçlanması, akla ziyan bir durum.
Efendim, yasalar “şöyle” der, “böyle” der...
O zaman ben de sorarım:
Palavradan işlerle uğraşanlar, yargının işlemesini “şöyle veya böyle” hızlandırmak için daha ne bekler?
Sıradan olayları “anında çözecek” yöntemleri neden bulmaz ülkeyi yönetenler?
Diğer yanda, verilen ceza ilk anda çok şaşırtıcı geldi bana.
Öyle ya...
Eğer hep “kitap okuma” cezası alacaksam, hiç düşünmem, her gün bir suç işlerim!
Cezanın muhatabı vatandaşın “Bu sayede kitap okuma alışkanlığı kazandım” şeklindeki açıklaması okuduktan sonra ise şaşkınlığım geçti.
Mahkeme heyeti çok güzel bir ceza vermiş.
Darısı benzer davalardaki bütün sanıkların başına!
Tek karelik fedai