İzmir. Güzel İzmir... Senin her yerin, her semtin, her mahallen ayrı güzel. Lezzetin desen, o kadar çok ki. Say say bitmez! Dünyanın dört bir yanından gelen insanların, enfes tatlarını yanlarında getirip bıraktıkları yer. Sanki lezzet gemisi koca şehir. İşte bu güzelliklere, lezzet gemisine yen i eklenen, deniz kokulu bir mekândan sözetmek istiyorum sizlere; Sahilevleri’nde açılan Pavarotti Restaurant. Beklendiği üzere Kordon’da değil anlayacağınız. Beklendiği üzere diyorum çünkü İzmir’de yemek konusunda yazan bazı arkadaşlar Kordon ve Asancak’tan başka yerdeki mekânları görmüyorlar nedense!
Neyse biz dönelim Pavarotti’ye...
Bu ara sürekli seyahat ettiğimden epey oldu Sahilevleri’ne gitmeyeli. Bölge temsilcim ve ustam Engin Uğur Ağır gitmiş geçenlerde. Çok beğenmiş , “Fedo mutlaka gitmelisin” deyince ilk fırsatta Pavarotti’de aldım soluğu.
Gülen yüz fikrimi değiştirir
Burası bir balık restoran. Sahibi Pavarotti’yi cok severmiş ve bu nedenle ismini buraya vermiş.
Restoranın önüne gelir gelmez aracımı nezaketli bir vale aldı. İçeriye doğru yürürken kapıda hoş, kibar bir hanımefendi karşıladı beni. Bir restoranda aradığım en önemli kriterdir karşılama. Aracımın alınması falan değil ama mekan girişinde gülen bir yüz oraya karşı bütün fikrimi değiştirir.
Akşam biraz da plansız gittiğimden masa seçeneğim pek fazla olamadı. Ancak İzmir’deyim ve deniz kıyısındayım bir masa ne kadar kötü olabilir siz düşünün. Bulunduğum yerden efil efil esiyor meltem. Kulaklarıma denizden şiirler okuyor sanki. Şiir dinletisi işletmeci Göksel Pamukçu’nun “Hoşgeldiniz” sesiyle bitiyor. Kendini tanıtıyor, sonrası malum masamız ivedi şenlenmeye başlıyor.
Balık pastırması isteyin
32 yıldır restoran işletmeciliği yapıyormuş Göksel Bey. Pavarotti için çok uğraşmışlar. 3 -4 ay yemek demosu çalışmışlar, yeni lezzetler yaratmışlar. Sohbetimiz sürerken izin istiyorum kendisinden ve meze dolabını ziyaret ediyorum her restoranda olduğu gibi. Marine edilmiş balıklar, ezmeler, turp otu, cibez, enginar, ezmelerin enva - i çeşidi, patlıcan közlemeleri, biber tarator ve daha neler neler.
Fazla abartmadan klasik yoğurtlu bir iki meze sipariş ediyorum. Ardından da her balık restoranda olduğu gibi marine edilmiş balık mezesi istiyorum. Siparişlerim masaya geldiğinde de ilk olarak marine balıkların tadına bakıyorum. Levreği iki türlü yapmışlar biri klasik, marin levrek, ikincisi asma y aprağı içine özel sarılmış levrek. Ayrıca Karadeniz’den gelen hamsiyi de marine etmişler, ondan da istedim. Ha! Bi de balık pastırması söyledim. Bi kere marine edilmiş tüm balıkları çok beğendim, yumuşacık, ağızda dağılan ve yerken çok net an layabileceğiniz gibi çok taze. Kendi yaptıkları b alık pastırmasıysa enfesti. Galiba onun için tekrar gideceğim.
Ekmek ustamız Hemşinli
Göksel Bey ile mezeleri ve balıkları konuşurken aşçımız içeride boş durmuyor. Kalamar, karides, ahtapottan oluşan şık bir tabak gönderiyor. Karidesi çok severim. Usta’da gerçekten harika pişirmiş. Durum şahane anlayacağınız. Bu arada ben ağzımdaki lezzet yumağına küçük bir eklenti yapmak için bi parça ekmeğin üzerine ezme patlıcanımdan sürüyorum. Yerken patlıcandan çok ekmek dikkatimi çekiyor. Göksel Bey’de bunu farketmiş olacak ki “Ekmek değişik değil mi?” diye soruyor. Ve ekliyor, “En önemli özelliklerimizden biri ekmeğimizi, tatlılarımızı burada kendimiz yapıyoruz. Yukarıda fırınımız var. Ve bu ekmeği bi başka yerde yiyemezsiniz. Her şeyiyle doğal ve ekşi mayadır. Ustamız tam bir ekmek ustasıdır, Hemşinlidir. Hadi sizi şöyle bir gezdireyim “ diyor, hiç itiraz etmeden kalkıyorum.
TATLILAR O KADAR HARİKA Kİ!
Tereddütsüz mutfağa sokuyor beni, paldır küldür hem de! Her yer tertemiz, ustalar şıkır şıkır! Sonra asıl merak ettiğim yere, fırına gidiyoruz. Tam içeri girecekken bi şey dikkatimi çekiyor fırının bulunduğu katta, ‘Emzirme Odası’. Büyük AVM’lerde görmeye alıştığımız bu uygulamanın restoranda oluşu etkiliyor beni. Odada anne ve çocukla ilgili herşey mevcut.
Ardından fırına dalıyoruz. Aman Allahım nasıl güzel ekmek kokuyor, nasıl güzel anlatamam. Fırın içinde Göksel Bey’le sohbet ederken yeni yapılmış tatlı tepsisi geliyor önümüze. Tatlıyla aram olmadığını biliyorsunuz. Biraz nazlanarak bi tane alıyorum. Arkadaşlar abartmadan söyleyeceğim çok uzun yıllardır bu kadar tatlı, ama asla rahatsızlık vermeyen ve bu kadar efsane çıtırlığı olan bir başka baklava yemedim!
Masama döndüğümde tabaklardaki hiçbir yemeğe dokunmuyorum ki ağzımdaki lezzet bitmesin. Ama öyle olmuyor. Mutfak şefi Ahmet Bağcı elinde dondurma tabaklarına dökülmüş sakızlı muhallebi ve kabak tatlısı ile çıkageliyor. Bu sefer fazla ırın kırın etmeden birer kaşık alıyorum. Göksel Bey ve Ahmet Şef tatlılardan o kadar eminler ki, tebessümle beni izliyorlar. Evet! Bu iki tatlı da çok harika! Gerçekten harika! Kıvam, koku, şeker çok yerinde. Damağınızda bıraktığı lezzetler çok hoş. O kadar ki, insan üzerine su içmek istemiyor, damaktaki lezzeti kaybolmasın diye.
Göksel Bey “Balık ne yapalım Fedai Bey?” dediğinde yerimden düşecek gibi oluyorum. “Aman Göksel Bey bu kadar mezenin üzerine balık çok olur” deyip geri çeviriyorum. Fakat dolaptaki kalkan balığında gözümün kalmadığını söyleyemem. Bir dahakine inşallah.
Karşılandığım gibi gülen yüzler uğurluyor beni. Pavarotti “Güzel İzmir’e” çok yakışmış…
Teşekkürler…