Ali Turan’ın, Holosko’ya yaptığı gereksiz penaltı, karşılaşmanın seyrini daha ilk dakikalarda değiştirdi. Guti, Aslan için Super Lig’de bırakın şampiyon olmayı, ilk dörtte kalabilecek umutları bile yok etti.
Galatasaraylı futbolcuların derbi ruhundan uzaklaşmış, bir asıra dayanan bu çekismenin anlamını bile kavradıklarından emin değilim. Gol sonrası bir reaksiyon gösterdiler, ancak böylesine zorlu derbilerde ilk dakikalarda elde edilen 1-0’lık sonuç, galip takımı motive eder, mağlup tarafı ise güçlü değilse, paniğe sürükler. Gol sonrası yedek kulübesi ve Hagi sanki dünyalar başlarına çökmüş gibi davrandılar. Oysa sadece ilk 10 dakikada atılan bir gol vardı. Kanımca Galatasaray ilk 45 dakikada beraberliği hak etmişti. Ama şansları yanlarında değildi.
İkinci yarı Hagi, bir futbolcuya verilebilecek en büyük cezayı uygulayarak Ali Turan’ı oyundan kesti. Bu değişiklikle, faturayı da ona çıkartarak, mağlubiyetten sıyrılmak istedi. Galatasaray bu yarıda ilk 20 dakika Beşiktaş’ı sahasına kilitlese bile sezon başından beri göze çarpan yaratıcı oyuncu eksikliğini yine hissetti.
Schuster mutlu olsa gerek. Ama ben olsam sadece skora mutlu olurum. Nobre’nin attığı golden sonra yedek
Bir kez daha Alex, oyun anlamında Fenerbahçe üstün olsa bile, kurtarıcı oldu. Oyun Açıkçası Fenerbahçe de, taraftarının hayal ettiği bir güzellikte futbol oynadı. Belki sahada güzel futbol oynayan bir Fenerbahçe’yi gördük, ama unutmayalım karşısında da ligin dibine vurmuş bir Bucaspor vardı.
Fenerbahçe’nin kaliteli futbolundan çok bu ülkeye gelmiş geçmiş en iyi yabancı olan Alex’i konuşmak gerek. Alex’in kalitesi öylesine ufukları zorluyor ki, ara sıra takım mı kaliteli yoksa Alex tek başına mı kaliteli sorusu sormaya başlıyor insan...
İkinci yarıda Fenerbahçe’nin, Kadıköy’de kimsenin görmek istemediği öteki yüzü ortaya çıkmaya başladı. Alex, 76. dakikada oyundan alınıncaya kadar ikinci yarıda ayakta kalan tek kişiydi sanki...
Mr.Hyde/ Dr.Jeykll’in hikayesi aklıma geldi. Fenerbahçe tam bu hikayeye uyuyor. Taraftarlara acı ve sevinci aynı anda yaşatan ender kulüplerden biri olsa gerek.
Forvette kalitesi tartışılmayan Fenerbahçe aynı kaliteyi neden savunmasında yaşayamıyor ? Asıl soru bu... Eğer Buca yakaladığı pozisyonları gole çevirebilseydi, Fenerbahçe için bir bayramdan söz edebilir miydik ?
Bu galibiyet Fenerbahçe’yi liderlik yarışına yeniden sokar. Ama 5-2’lik bir
Schuster, Türkiye Süper Ligi'nde Beşiktaş'a gittiğinde, herkes Alman çalıştırıcının cebinde yeni bir oyun sistemi ve proje ile kolları sıvayacağını düşünmüştü. Ancak zamanla anlaşıldı ki, Schuster, Türkiye'ye bomboş gitmiş... Ne dersine çalışmış, ne de öğrenmeye niyetli... Yaptığı tek şey egosunu ve kaprislerini ön plana çıkararak gündem yaratmak...Yoksa kimse bana iki maç üst üste aynı 11'i çıkartamayan Alman çalıştırıcıyı savunmaya kalkmasın...
İnanılmaz bir şey ! Bu Beşiktaş, 11 haftayı geride bıraktı, 33 puanın sadece 17'sini kazanabildi... Kısacası, yeni bir teknik direktör, yeni bir proje, Guti, Quaresma gibi süper yıldızların ardından puan cetvelinin ortalarında gezinen bir takım...
Kimse futbolcuları suçlamasın, en az suçlu onlar... Çünkü oyuncular bile önümüzdeki maçta ilk 11'de oynayacaklarının garantisini almış değiller...11 haftada 27 futbolcu deneyen Schuster hangi futbolcusu ile empati kurabilir ki ? Futbolda devamlılık şarttır. Bunu kavrayamayan Schuster'in, Beşiktaş'ı, Avrupa'da büyük takımlar arasına sokması hayalden öteye gidemez.
Başkan Yıldırım Demirören’in bu hayal kırıklığında suçu yok. Başkan, Guti ve Quaresma gibi yıldızları Beşiktaş'a kazandırarak
Galatasaray Yönetimi’nin, Frank Rijkaard’ı göndermekle ne kadar haklı olduğu ortaya çıksa bile Hagi’nin Galatasaray’da ne yapmak istediği de henüz belirgin olmamış... Galatasaray’da tek göze çarpan futbolcuların hoca ile olan empatisi... Elano’nun yeniden kendinden söz ettirmesi ve en başarılı olduğu duran toplardaki hakimiyeti daha maçın başlarında Trabzonspor için tehlike olmaya başladı. Şenol Güneş’in talebeleri ise oyun hakimiyetini baştan alıp, lider olma telaşı içindeydiler. Böyle zorlu klasik maçlarda skoru kafadan koparmanız zordur. İlk 45 dakikada Trabzon’daki telaş, golü atıp rahatlama yönündeydi. Topa hakim olmaktan öte, Trabzon’un yapacağı iş yaratıcı pozisyonlar bulmaktı. Son 5 maçın 4’ünü kazanan Karadeniz ekibinden ilk yarı daha fazla şey beklerdim.
Galatasaray’ın beraberlik hedefini iyi okuyan Şenol Güneş ikinci yarıya takımı farklı çıkardı ve goller geldi. Kadro açısından Galatasaray’ın kimseden aşağı kalır yanı yok. Ancak zayıf, güçlü takım demeden rakiplerine yenilmeyi alışkanlık haline getiren Galatasaray’da ruh yoktu. Servet Çetin’i sürekli eleştirdim. Ankaragücü maçından sonra dün gece de sahada en fazla sırıtan oyuncuydu.
Sonuçta üç büyükleri izleyen
Şayet Kolombiyalı Pino’nun ilk dakikalarda füze gibi attığı şutu, Gökhan kurtarmamış olsaydı, derbiye sondan değil, baştan farklı bakardık. Galatasaraylı oyuncuların yeni teknik yönetimin gözüne girmek için ortaya koydukları istekli oyun, daha ilk dakikalarda kendini gösteriyordu.
Hagi belli ki, sarı-kırmızılı kulübü iyi tanıyor. Yeni bir teknik direktörün yapacağı ve Rijkaard’ın bir buçuk sezondur yapamadığı en basit işi yaptı. Takımdaki en iyileri sahaya sürdü. Elano, Neill gibi oyuncular yedekte kalamazdı. Hagili Galatasaray’ın aslında işi o kadar kolay değildi. 10 yıldır Şükrü Saracoğlu’nda kaybediyorlardı. İlk yarı için söylenebilecek göze carpan olaylar, Galatasaray’ın daha derli toplu, daha paslı oynayan ve daha güçlü bir formata bürünmüş olmasıydı. Hagi bunu sihirli değneği ile yapmadı, sadece Galatasaray’ın kaybolan ruhunu geri getirmeyi başardı.
Oyun ve pozisyon olarak zayıf bir derbi vardı sahada... Galatasaray’ın ve taraftarların bu beraberlikle bayram etmesi, yaşananlardan sonra normal karşılanmalı. Yoksa lider Bursaspor’un 10 puan gerisinde kalmasının bir açıklaması yok.
Elano ise sahada gösterdi ki, sorunu futbolu değil, Hollandalı hocasıydı. Pino ise sanırım
Rijkaard'ın B planı, başlamadan ölü doğdu.. Ukrayna'nın zayıf Karpaty Lviv takımına elendikten sonra Galatasaray'ın A planı bitmişti. Hollandalı hocanın kafasını sadece Süper Lige vermesi, lig şampiyonu olabilmesi için, yani B planını hayata geçirebilmesi için herşey hazırdı. Ancak Rijkaard, lige konsantre olacağına, kovulması için zemin hazırladı. Son Ankaragücü karşılaşmasında izlediğim ve yorumladığım Rijkaard ipini kendi çekti.
Gönderilmesinin nedenleri tartışılır. Hollandalı hocanın istediği transferlerin yapılmadığına eminim. Misimovic, Pino, Cana, Insua, Rijkaard’ın istediği futbolcular değil. Bence kafasındaki projeyi uygulamaya koyacağı ortamı da bulamadı. Bunlar hak verilebilir nedenler, ancak sizden hem futbol hem bütçe olarak aşağıda olan takımlara sahanızda bile yenilmeyi alışkanlık haline getirirseniz, bunun affı olmaz. Taraftar hesabını sorar, yönetim de gereğini yapar. Bu her yerde böyledir.
Bence ligde Galatasaray'a yeniden ışık verecek kişi yerli hoca olur.
Futbol kurnaz insanlar için yaratılmış bir oyun. En azından Zewlakow ne kadar kurnaz olduğunu, kendi sahasından kullandığı faul atışı ile uyuyan Galatasaray defansını avlayarak ispat etti. Maça tribündeki taraftar gibi bakan defansa, Metin de attığı gol ile iyi bir ders verdi. Galatasaray, ligde şampilyonluğa aday olamaz. 19 Mayıs Stadı dışında 215 dakikadır deplasmanda gol atamayan bir rakibe daha ilk 5 dakikada gol attırıyorsanız , bu ligde şampiyonluk hakkını elde edemezsiniz
Galatasaray’ın sorununu, sahadaki 11’de değil, İspanya’dan tanıdığım, agresif Rijkaard’ın düşünceli, ‘Ne olacak benim halim?’ tarzına dönüşünde aramalı... Çünkü Rijkaard yedek kulübesinde ruhu, arzusu, heyecanı gitmiş bir teknik direktör profili çiziyor.
Ya Milan Baros’un heyecanına katılmayan arkadaşlarına ne demeli... Çek oyuncu, kendisindeki ofansif ruhu, takımı yakalamayınca agresifleşiyor, “Takımla mücadele edeceğime, kendi başıma mücadele ederim daha iyi” felsefesine yöneliyor.
İspanya’da takım oyununu ön plana çıkartmakla tanınan Rijkaard, artık bireysel hareketlerle galibiyet peşine düşmüşe benziyor. İşte bu nedenle de Baros, Ayhan, Pino, Misimoviç kendi becerileri ile takıma katkıda
Türkiye ilk yarıya tedirgin başladı. Bu tedirginliğini ilerleyen dakikalarda atamadı. Aslında Almanya’nın üzerine gidecek tüm silahlar mevcuttu. Berlin stadını dolduran Türkler en azından biraz daha cesur futbol beklemeye gelmişti. Türkler’in, Almanya’nın teknik donanımını ele geçirmesi olanaksızdı. ancak hırsıyla, stadı dolduran binlerce yüreği arkasına alarak bu açığı doldurabilirdi. Başaramadı.
Hiddink gol yemeyelim de, maç nasıl giderse gitsin düşüncesi ile sahaya çıktı. Kolektif atağa kalmakta zorlanan Türkiye, Halil Altıntop’un zekası ile karşı kaleyi cılız da olsa yokladı. Dakikalar geçince Almanlar anladı ki, Türkler karşılaşmayı sahasında kabul edecek. Hiddink’in bu dizilişi Almanları cesaretlendirdi ve ilk yarının son dakikalarına doğru ataklarını artırdı. İlk gol de bu korkak dizilişin meyvesi oldu.
İkinci yarıda zaman zaman diri Türkiye izlesek de başlangıçtaki korkak futbol devam etti. Maça nasıl başlarsanız öyle bitirirsiniz diye bir deyim vardır futbolda. Türkiye korkak başladı ve kendi ipini çekti. Yani farklı yenilgiyi altın tepsiyle rakibine sundu. Bu izlediğim Türkiye, 2002 de yakaladığı o ruhtan oldukça uzaklasmış. O ruhu canlandıracak taşları yeniden