23 Şubat 1945’te Türkiye, Almanya ve Japonya’ya karşı savaş ilan etmiştir. Aynı yılın haziran ayında Türkiye Birleşmiş Milletler’in kurucu 50 üyesi arasında yer almıştır. 18 Şubat 1952’de Yunanistan ile beraber ülkemiz NATO’ya katılmıştır. Sonuç olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Türkiye resmi olarak Batı uygarlığının bir parçasıdır; birinci dünya ülkesidir. Ancak Türkiye’nin Batı ile olan bağı çok daha geriye dayanmaktadır. III. Selim ve II. Mahmut ile 18. Yüzyılın sonlarından itibaren aslında Türkiye yüzünü Batı’ya döndüğünü göstermiştir. Nihayetinde Atatürk devrimleri sayesinde Batı’nın temsil ettiği değerler zihnimize işlemiştir.
BRICS üyeliği
Böyle bir giriş yapmamım sebebi geçtiğimiz hafta Türkiye’nin BRICS’e katılmak için resmi başvuru yaptığını ifade eden haberlerdi. İlk defa bir NATO ülkesi BRICS’e üye olma isteğinde bulunuyor. Bundan neredeyse tam bir yıl önce yine BRICS hakkında yazdığım bir yazımda İsmet İnönü’nün 1964 yılında Johnson mektubundan sonra sarfettiği şu sözlere yer vermiştim: “yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur”. Şöyle devam etmişim: “Gelişmekte olan ülkeler dünyanın rakip ve hasım iki kutba ayrılmasını istemezler. Herkesle rahatça ticaret yapabilmek, bir an önce kalkınma süreçlerini tamamlamak için barışçıl ve sorunsuz bir dünya idealdir onlar için. İki taraftan birisini seçmek durumunda kaldıklarında bazı fırsatlardan feragat ederler. Bu yapısal düzlemde her kazanç bir kayıp anlamına gelir. Bu sebeple, ulusal çıkarları taraf oldukları kutup tarafından yeterince karşılanmadığında alternatif arayışlarına girerler”.
Elbette Türkiye ABD ve AB’nin kendisine gösterdiği çifte standart karşısında tepkisini verecektir; alternatif çözümleri değerlendirecektir. Fakat tarihin doğru tarafında yer almak diye bir söz vardır. 1945’te savaşın sona ermesine ramak kala da olsa sembolik olarak Nazilerin karşısında yer almış olmamız önemlidir. BRICS şu anki yapısıyla uluslarüstü bir kurum olmaktan çok uzak bir konumdadır. Şimdilik Türkiye bu oluşuma katılsa bile esaslı bir değişim yaşanmayacağı öne sürülebilir doğru, ama bu zihinsel olarak Türkiye’nin Batı’dan kopuşu olarak da algılanabilir. Vize almaya çalışırken maruz kaldığımız onur kırıcı uygulamalardan tutun, PKK ve İsrail’e karşı AB ve ABD’nin iki yüzlü tutumuna kadar pek çok konuda haklı mağduriyetlerimiz mevcut. Türkiye’yi özel kılan, kendi geleneklerinden ve Doğu’nun maneviyatçılığından kopmayarak bir Batı toplumu olma yolunda ilerlemiş olmasıdır. Batılı ülkelerin liderlerini, bize davranışlarını beğenmesek de liberal demokrasi ve pozitif bilim gibi Batılı değerler kılavuzumuz olmaya devam etmelidir. Sevsek de sevmesek de Batılı olmak 200’ü aşkın senedir DNA’mıza işlenmiştir; hukuk sistemimizden tutun trafik düzenine, futbola kadar yaşamımız böyledir.
Garp aklıyla beach club, şark aklıyla gösteriş
Bir haftadır İspanya’nın güneyindeki Marbella’dayım. Burası Costa del Sol denilen güney şeridinin en zengin yeri. Marbella’nın içinde bulunan Puerto Banus’da bir cafede otururken önümden her 3 saniyede bir üstü açık araba geçiyordu. ‘Old money’ denilen Avrupa’nın köklü ailelerinin mesken tuttuğu burada bile plajlar halka açık. Görüntüyü bozmayacak şekilde, belediyenin belirlediği fiyatların uygulandığı şezlong ve şemsiye (kişi başı sadece 10 euro!) sağlayan işletmeler var. İsterseniz hiç bunları kullanmayıp kumsalda oturabiliyorsunuz. Türkiye’de artık beach clublar plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor. Gece kulübüne girer gibi denize gitme saçmalığından acilen kurtulmamız lazım.