Çukurova’nın bereketli toprağından çıkan ürünleri, uçsuz bucaksız mavinin sofralara yansıyan bereketi ve barındırdığı farklı kültürlerin kattığı zenginlik ile beslenen Mersin’de insanı yoldan çıkaran pek çok lezzet var.
Büyüdüğü şehir insanın hamuruna çok şey katar. Ruhuna derin çentikler atar. Doğup büyüdüğüm Mersin de benim için öyle. Narenciye kokan sokakların, güler yüzlü insanının ve anne yemeklerinin yerini kolay kolay bir şey tutamaz benim için.
Mutfak kültürüyle insanı etkileyen kentlerin tamamı farklı kültürlerin zenginlikleriyle yoğrulmuştur. Mersin için de fazlasıyla geçerlidir bu. Yörükler, Arap kökenliler ve sayıları şu anda çok azalmış olsa da Levantenler… Bu bambaşka etnik kökenlerin alışkanlıklarının ve geleneklerinin ahenkle bir arada olduğunu düşünsenize. Ama, Mersin mutfağını sadece bu kültürel mozaiğin renkliliğiyle bağdaştırmak haksızlık olur. Akdeniz’in cömertçe sunduğu deniz ürünleri, Çukurova’nın bereketli topraklarından fışkıran tarım ürünleri ve tabii ki narenciye bu mutfağı lezzetle şekillendiren önemli faktörler.
Malum, tantuni son yılların pek favori sokak yemeklerinden. Ama Mersin mutfağını tantuniye indirgemek olmaz. Yöre mutfağında bulgur, et ve baharatlar önemli bir yere sahip. Evlerde hazırlanan lahmacun ve kimyonlu ıspanaklı harcı mahalle fırınlarında pişirtmek ise adetten. Peki, Mersin’e gidince dışarıda ne yiyeceğim diye soracak olursanız buyurun size olmazsa olmazların bir listesi:
Lagos: Narlıkuyu’da balık ziyafeti yapmadan Mersin’den dönmek olmaz. Minicik bir koy olan Narlıkuyu’da oradaki yerli halkın işlettiği balık lokantaları dizili. Hemen hepsinde servis edilenler aynı. Başrolde ise Akdeniz’in meşhur lagosu. İri parçalara bölünüp ızgarada pişirilen lagosun üzerine zeytinyağı, sarımsak, limon ve maydanozla hazırlanmış bir sos dökülüyor. Lagosu kurutmadan içi sulu kalacak şekilde tam kıvamında pişirmeyi iyi biliyorlar. İncecik dilimlenip kızartıldıktan sonra yine limon, maydanoz ve sarımsakla tatlandırılan köy patatesi ve jumbo karidesler de mutlaka denenmeli. Sofrada belki onlarca çeşit olmuyor ama her şey taptaze ve usulünce pişirilmiş. Başka şeye gerek var mı sizce? Aslı Canatan’ın sahibi olduğu aile işletmesi iyi bir alternatif.
Kuş gözü lahmacun: Lahmacun deyince Tarsus’taki fırınlar bir adım öne çıkıyor. Genellikle herkes kendi iç harcını hazırlayıp fırına yollar ama hazır satan fırınlar da var. Fırın önünde sıcacık, bol kıymalı lahmacun keyfi bir başka. Boyutlar da ufaktan büyüğe şöyle adlandırılıyor: Kuş gözü, bardak altı ve fındık.
Şıralı börek: Künefe peyniri yani tuzsuz taze peynir ile hazırlanan çıtır böreklerin üzerine şıra dökülmesiyle hazırlanıyor. Sadece Mersinlilerin bildiği ve vazgeçemediği bir lezzet.
Kerebiç ve mamul: Her ikisi de Arap kökenli Mersinlilerin bölge mutfağına hediyesi. Yapımları meşakkatli, ustalık istiyor. Dışları irmikle hazırlanıyor. Mamulun içinde hurma püresi var, kurabiye gibi yeniyor. Kerebiçin ise fıstık ve cevizlisi var (cevizlisi daha kıtır olduğu için benim tercihim). Çöven köpüğüne batırarak yeniyor.
Ciğer: Şehirdeki ciğerciler neredeyse 24 saat açık. Ama en çok tüketildiği saatler Güneydoğu’da olduğu gibi sabah değil de gece geç saatler. Sipariş verdiğinizde önünüze konan en az dört çeşit salata ve yeşillikler ise başlı başına bir ziyafet.
Yörük kahvaltısı
Yaylalara çıkan yol üzerindeki Sarnıç, Mersinlilerin kahvaltı için favorisi. Kendi imalatları olan sucuk, keçi tulum peyniri, köy tereyağında doğal yumurta ve sıkma var. Sıkma köy unuyla yapılmış lavaşın içine soğanlı peynirli veya patatesli harç konulup rulo şeklinde sarılarak hazırlanıyor.