Tüm enerjileri öncelikle bedenimizin etrafında 2 cm kalınlığındaki enerji bedenimiz olan auramız aracılığıyla algılarız ve yönetiriz. Bir filtre gibidir kendi frekansına uyumlu olanı çeker ve ona çekilir. Kendisiyle uyumlu olmayanı ise içeri kabul etmez. Auranın temizlenmesi bu sebeple önemlidir. İdeal diye tanımlayabileceğimiz bir kalınlığı ve yoğunluğu vardır. İdeal hal bozulduğunda incelir ve gelen enerjileri yönetememeye, süzememeye başlar. Böylece tüm enerjiler bedene ulaşır.
İnançlarımız, çekim ve itim yasalarımız auralarımızın frekansını, yoğunluğu ve kalınlığı üzerinde etkilidir. “Bana çok nazar değer”, “Onun nazarı değiyor” gibi inançlarımız ve sözlerimiz auramızı inceltir ya da incelmiş auralarımızın onarılmasını engeller. Böylece diğerlerinin negatif duygu ve düşüncelerine daha açık hale geliriz. Kimse dünyaya nazar dağıtmaya gelmiyor. Diğerlerini böyle etiketlemek ve aslında bir şekilde katılaşmış yargılar oluşturmak, oluşan hatta hiç oluşmayan negatif enerjiyi üstlenmek kişinin işidir.
Bu tür
Yaşamda varlığını deneyimlediğiniz her şey varlık bilincinizin, yokluğunu deneyimlediğiniz her şey de yokluk bilincinizin alanına düşmüştür. Haydi bugün neleri var ediyoruz neleri yoklukta tutuyoruz, bir göz atalım.
Mevcut realitenizde sıkıntı, huzursuzluk, parasızlık var ise bu kavramlar varlık bilinci alanınızda duruyor ve enerjiniz bunları var etmek üzere çalışıyordur. Bu kavramların olumluları olan şifa, huzur ve para ise yokluk bilincinin alanında kalmıştır.
Bilinçaltı anne rahminden bugüne çok çeşitli sebeplerle kavramları varlık ve yokluk alanına dağıtır. Rahim sürecinin deneyimleri, çevreden öğrenilenler, gözlemlenenler ve diğer yaşam deneyimlerinin bu dağıtımın gerçekleştirilmesinde rolü ve payı vardır. Enerjimiz varlık alanındakilere can vermek, yokluk alanındakileri öldürmek/bitirmek üzere çalışır.
Yaşamak istedikleriniz bir kere yokluk alanına düştü diye ömür boyu yokluklarını yaşamayacaksınız elbette. Nasıl ki bilinçaltı çeşitli sebeplerle o kavramı yokluğa attıysa ona yeni sebepler vererek varlık alanına taşımasını sağlayabiliriz.
İlk olarak tespit ile başlayın. Bugün hayatınızda ne yaşıyorsunuz ve neyi yaşayamıyorsunuz? Bir liste ile varlık ve yokluk
Sadakat denince akla ilk olarak romantik ilişkiler gelse de tüm ilişkilerin temelinde insan sadakati bulmak, inşa etmek ister. Sadakat, bağların gücünü, sağlamlığını ve güveni ifade eder. İlişki uzun ya da kısa süreli olsun fark etmeksizin güven önemlidir. Eczaneden ilaç alırken doğru yönlendirmesini bekleyerek eczacıya, hesabı doğru yapmasını umarak marketteki kasiyere, bizi anlamalarını bekleyerek ebeveynlerimize, açık ve dürüst olmalarını bekleyerek çocuklarımıza, işlerine sahip çıkmalarını arzu ettiğimiz çalışma arkadaşlarımıza, sırrımızı paylaştığımız dostumuza güvenmek isteriz.
Aldatılmak, sadakatsiz insanlara denk gelmek korkulu rüyadır ve çok can yakar. Suçluluk, güvensizlik, endişe ve şüpheyi tetikler. Sık tekrarlanan bir deneyime dönüştüğünde kaygı ve içe kapanma üretebilir. Sadakatsizlik sadece bir insana karşı olmaz. İnsan işine, kazancına, bilgisine, deneyimine ve hatta duygularına bile sadakatsiz olabilir. Kendi iç bağlarında ve ilişkilerinde güveni üretemeyen kişi diğer insanlarla ilişkilerinde
İçine doğup birlikte büyüdüğümüz kültür, inançlar ve öğütler zoru başarmaya ve zorluklarla sınanmaya büyük değer atfeder. Zor yoldan gitmek kıymetlidir, diğeri için kolaya kaçtı denir. Kolay yeterli cesareti olmayanlar, güçsüzlerin ya da tembellerin seçtiği kaçamak bir yol olarak görülüp değersizleştirilir. Bu gibi birçok ortak bilinç kalıpları inancımız olur ve Gandi’nin söylediği gibi bir süre sonra inançlarımız da kaderimiz haline gelir.
Benzer benzeri çeker. Böylece bu kalıplar bizi zorluk titreşiminde tutar ve zorluk içeren ilişkileri ve tecrübeleri kendimize çekeriz. Yaşadığımız her bir yeni negatif tecrübe kendini doğrulayan kehanet gibi zorluk inacımızı daha da katılaştırır.
Oysa dünya hayatı, insanın hayatını kolaylaştırmak için en kolay çözümlerle, en yüksek ihtimallerle donatıldı. Tüm bu şifa, bolluk bereket, neşe, huzur, sağlık şelalesinde yıkanmak bizim en doğal hakkımız olarak sunuldu. Zorlu kayalıklarda çabalamak nihai
Atalardan DNA yoluyla aktarım olduğunu hem ruhsal bilgi olarak hem de bilimsel bilgi olarak biliyoruz. Özellikle travmaların ve ürettiği kırılganlığın nesil geçişliliği sıkça çalışılıyor. Sadece hayatta olanlar değil hayatta olmayan atalarımızın enerjisi de DNA içindeki kayıtlardan dolayı bizimle olmaya devam eder. Bugün dünyada olmamıza aracı olan tüm ataların hikayeleri, yaşadıkları, yaşamadıkları, yaşayamadıkları, nesilleri sürdüğü sürece aktif bir şekilde dünyada duruyor. Ruhları bu dünyadan ayrılmış olmasına rağmen yarım kalan ve tamamlanan tüm hikayelerin enerjisi yaşayanlara miras oluyor.
Bu enerjiler hayatımızda görünen ya da görünmeyen etkilere sebep olabiliyor. Tamamlanmış hikayeler destekleyici miraslar olarak yerini ve anlamını bulabilirken yarım kalan hikayelerin enerjileri tamamlanma isteğiyle hayatlarımıza akarak yolumuzu biraz zorlaştırabiliyor. Tüm ata hikayelerini öğrenmek ve bilmek mümkün olmayabilir. İnsanlık tarihi göç, sürgün, kayıplar, savaş, cinayetler, haksızlıklarla dolu. Tabii ki sayılabilecek güzel
Sıkça tekrarlayan, bir türlü yoluna girmeyen konularda kilitler ve gereksiz yeminler adlı iki önemli dinamiğin etkisi büyüktür. Gelin bugün dikkatimizi kilitler ve gereksiz yeminlere ve hayatı nasıl etkilediklerine verelim.
Sözümüz geleceğin teminatıdır. Sarf ettiğimiz her söz, henüz seslendirilmemiş düşünceler de dahil geleceğin yapısında bir tuğladır. Her şey gibi sözün de, düşüncenin de bir frekansı vardır, dalga dalga yayılarak temas ettiğini etkiler. Yargı, kınama içeren tüm sözler ve düşünceler diğer negatifler gelecek için enerjisi benzer olayların altyapısını hazırlar. Pozitif sözler, affetmek ve şifalı düşünceler ise tam tersine huzur veren yapıların tuğlaları olurlar.
Birçok olay yaşarız. Yaşadıklarımızdan bazılarını diğerlerine göre daha derin deneyimler, daha yoğun hisseder ve farkında olmadan bilinçaltında tutarız. Yoğun deneyimlerin sonucu olarak bilinçle söylediğimiz ve bilinçaltına da ektiğimiz gereksiz yeminler, gelecek tasarımımızda aktif olarak yerini alır. “Bir daha asla
Pandemi ile küçükten büyüğe her insanı etkileyen bir süreçten geçmekteyiz. Sağlık konusu bu süreçte birinci önceliğimiz oldu tabii ki. Bugün farklı bir başlık altında sağlık üzerine biraz konuşalım. Bu başlık ilişki. İlişki dendiğinde çoğunlukla aklımıza aile içi ilişkiler, arkadaşlıklar, partner ilişkisi geliyor. Oysa hayatta deneyimlediğimiz her şey ile aramızda bir ilişki var. Duygularımızla, düşüncelerimizle, yeteneklerimizle, rollerimizle, geçmişimizle, geleceğimizle aramızda bir ilişki var. Yaşam deneyimlerimizin yapısını belirleyen de işte bu ilişkiler
Sağlığımızla da aramızda bir ilişki var. Hatta hayat rutinlerinin içinde bazen unutulan bu ilişkinin alt katmanları da var. Bedenimizle, organlarımızla, sistemlerimizle ve her bir hücremizle ilişkimiz var. Tıpkı insan ilişkilerinde olduğu gibi araya zaman girdiğinde, özen, sevgi ve saygı azaldığında sağlığımızla aramızdaki ilişki de zayıflar. Her ilişki gibi bedenimizle kurduğumuz ilişkide de ilişkinin diğer muhatabı olan bedeni tanımaya, anlamaya, dinlemeye istekli olmak ve bunun için zaman ayırmak
Sürekli ya da nadiren fark etmez, hangi sıklıkta ve şiddette deneyimleniyor olursa olsun baş ağrısı insanı andan koparma gücüne sahip hoş olmayan bir duyumdur. Uluslararası Baş Ağrısı Derneği’ne göre insanların sadece %1’i baş ağrısı deneyimlemiyor. Peki bilinçaltlarınız baş ağrısı aracılığıyla size ne anlatmak istiyor olabilir? Gelin bugün bunu keşfetmeye açılalım.
Fiziksel bedenlerimiz ruhlarımızın evidir. Tepesinde yani zirvesinde başımız yer alır. Baş, konum olarak bedendeki en üst mevkidir. Ayrıca her bir organımız ve sistemimiz çok değerli olmakla birlikte hepsinin orkestra şefi diyebileceğimiz beynimiz de başta yerleşiktir. Beyin her an, uyku dahil durmadan çalışan, bedende en çok enerjiyi ve oksijeni kullanan organımızdır. Düşünmek, karar almak, hafıza süreçleri, geleceği öngörmek, akıl yürütme, problem çözme, bağlantı kurma gibi karmaşık işlevlerden de yine beynimiz sorumludur. Bunları dikkate aldığımızda baş bölgemizde her an süren yoğun faaliyetler olduğunu kavramak mümkün.
Bir hastalığa bağlı olmayan ve fizyolojik bir