Prof. Dr. Yavuz ODABAŞI
1949 Bafra doğumlu olan Yavuz Odabaşı, AİTİA ve İşletme Yönetimi Enstitüsü mezunudur. Devlet bursu ile ABD’de doktara eğitimini tamamlamıştır. Erciyes Üniversitesi’nin kuruluşunda görev almış ve 1985 yılından bu yana Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde çalışmaktadır. Çok sayıda yayınına ek olarak ulusal ve uluslararası dergide hakemlik ve editörler kurullarında görev almaktadır
Yeni düzenlemeler ile ülkemiz yükseköğretim sistemine, devlet ve vakıf üniversitelerine ek olarak yabancı üniversiteler ile özel üniversiteler de dahil olacak. Bu konuda, dünyada da sınıflandırmaların önü arkası kesilmiyor. Yabancı dilde ya da anadilde eğitim verenler, premodern, modern ve postmodern olanlar, elit, kitle üniversiteleri ile post-kitlesel, küresel, ulusal ve yerel olanlar bunların önemlilerinden sadece birkaçı. Yeni yapılanmamızda üniversiteler, “araştırma, öğretim, hizmet” fonksiyonlarına göre sınıflandırılmakta. Bu sınıflandırmalar aslında gittikçe kayboluyor ve bizler hepsinin bir karmasının ya da içiçe geçmişliğinin yaşandığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bu durum, bütün ülkelerde, üniversitelere ayrılan kamu fonlarının azalışı ve yükseköğretimdeki maliyet artışı ile birlikte öğrencilere daha fazla ve artırılmış değerleri daha az maliyetle sunma konularında oluşan büyük baskıdan kaynaklanıyor. Kriterlerinin sürekli tartışıldığı akademik sıralama tutkusu, profesyonelleşme eğilimini artıran araştırma ve proje, yayın fetişizmi, derslerin akademik olarak daha alt kademelerdeki deneyimsiz ve tam yetişmemiş elemanlara bırakılması sonucunu da doğuruyor ve bu durum gelişmiş ülkelerdeki akademisyenleri de neredeyse yarı zamanlı olmaya zorluyor.
MOOCs ve ROBOTİK PROFESÖRLER
Ölçek her şeydir anlayışının olduğu bir durumda eğitim salonları, sınıfları birer eğitim fabrikası haline geliyor. Yüksek Öğretim “Bilgi Endüstrisi” haline çoktan geldi bile. MOOCs (Kitlesel Online Açık Dersler) küçük gruplara aynı içerikte dersler vermek yerine aynı dersi ücretsiz olarak da kitlesel çapta paylaşımla büyük sayıda öğrenciye verebilme olanağı sunuyor. MOOCs, üniversiteler gibi köklü gelenekleri olan ve hızla değişemeyen kurumlar için küreselleşmenin getirdiği bilgi yaratmada, dijital bir yenilik.
Kurs ya da ders içerikleri bir emtia haline gelince öğrenci, alışverişçi gibi hareket ederek kendisi için gerekli kursu, belki de birçok kurumdan alarak kendini, beklentilerini tatmin edebilecektir. Öğrenci kendisine yarar sağlayabilecek daha verimli ve etkin olan hizmet sunucularına yönelecektir. Piyasa koşulu açısından (maliyet azaltma, hizmet sunma, kişiselleştirilmiş içerik gibi) ise müşteri olarak öğrenci ve ailesi, sadece kolayı değil iyi, yüksek geliri olan işleri seçecektir.
Kalabalık sınıf önünde, statik olarak bir şeyler anlatılması kadar anlamsız bir şey yok günümüzde. MOOCs ile en üst düzeydeki bir profesör, hayatı boyunca ulaşamayacağı kadar çok sayıda öğrenciye ulaşabilirken, yeni geliştirilen ve uygulamaya konmaya başlanan “robot öğreticiler” ile doğrudan ihtiyaçlara cevap verebilecek içerik olanaklı hale geliyor. Sunulan bilgiler kişiselleşmiş ve problemlerin çözümünde yararlı olabiliyor. Öğrenmenin insani yönlerini geri plana atarak bilginin mekanik olarak sunumunun didaktik bir yaklaşımla yapılması, işin en kolayı. Ancak, kitleselleşmedeki eğitim-öğretim işi bu kadar da kolay değil gibi. Öncelikle, “öğretme makinesi” olarak mekanikleşmenin çok ötesinde öğrenciyi ve toplumu anlamak derin bir duygu, “iç ses” ve anlayış gerektiriyor. Mentör ve ortam hazırlayıcı rolündeki profesörün yerini, sıkıcı ders anlatımı ve bazı değerlendirme testleri yapan makineler alabiliyor. Daha çok mesleki okullarda, belirli becerileri öğrenip bunu iş yerinde defalarca tekrarlayarak, taklit ve kopya ederek uygulayabilecek öğrenciler için geçerli olabileceği söylenebilir. Daha az yaratıcı öğrenci istendiğinden, robot kullanımı bunların eğitiminde daha uygun olarak kabul ediliyor. Ancak, bu konuda yanıt arayan soruların olduğu unutulmamalı:
- Kursların popüleritelerini de piyasa talebinin belirleyeceği ve içinde yaşadığımız “prestij dünyası”nda, derslerin işleniş kalitesi yerini prestij ve elit üniversite normlarına bırakıyor mu?
- Bilginin kolayca ve hızlı biçimde elde edildiği günümüzde, anlatılanları öğrenciler çoktan bilgisayarlarından öğrenmiş olabilmektedir. “Bilgi aktarıcı” olmaktan çıkıp sorgulayan, bilgiyi araştıran ve buna erişmeye yönlendiren mentör rolüne geçiş kimlerce ve nasıl yapılacak?
- Geleneksel meslekler, teknolojinin tehdidi altında ve bu süper robotlar akademisyenlerin işlerini verimlilik ve maliyet konusunda tehdit ediyor mu?
- Bu tür bir eğitime, öğrenciler kadar iş yerleri de hazır mı? Üniversiteler, öğrenciler ve öğretim üyelerinin dışında, diğer paydaşlarında ihtiyaçları, duyguları ve benimseme durumları da göz ardı edilmemelidir.
SONUÇ
“Kurumsal bölümlendirme” anlayışında üniversite yapılarında, sınıflandırılmalarında kesin ayrımlar yapabilmek oldukça zor. Özellikle içinde yaşadığımız çağın gereği olan zaman ve mekan farkı gözetmeden eğitimin, araştırmanın ve çevreye katkıların beklendiği bir dönemde daha da zor. Elit üniversitedeki gibi mükemmellik ya da kitleselleşmedeki gibi kalite garantilemek ya da öğrenci odaklı post-kitleselleşmedeki öğretmeden öğrenmeye geçmek gibi her yapıda farklı fonksiyonların öne çıkmasının ötesinde, yönetsel öncelikler ve ihtiyaçlar da farklılaşabilecektir. Diğer taraftan eğitim ile araştırma, lisans ile lisansüstü, temel araştırma ile uygulama araştırmaları arasında uyum sağlamak için üniversitelerde kesin sınıflandırmaların, ayrıştırmaların yerine her tür üniversitenin bazı özelliklerini, deneyimlerini taşıyabilen ve her konuda çoklu birlikteliklerin yaşatılabildiği, yakınsamaların gerçekleştirileceği, mekaniklikten uzaklaşan ve insanı merkeze alan demokratik özerklik sağlanmalıdır. Belki de, Amerikalı yazar W.A. Ward’un sözleri her şeyi daha iyi anlatabilmekte: “Sıradan bir eğitimci anlatır, iyi bir eğitimci açıklar, daha iyi bir eğitimci yapar ve gösterir; ancak büyük bir eğitimci ilham kaynağı olur.”