Yrd. Doç. Dr. Begüm Bulak Uygun
Günümüzde, 141 ülke ölüm cezasını kanunen ya da fiilen kaldırmış, 56 ülke ise halen ölüm cezasını uygulamaktadır. Ölüm cezasının, öncelikle yaşam hakkı ve adli hata bağlamında, ayrıca uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükler açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Yaşam hakkı, insanın yalnızca insan olması nedeniyle sahip olduğu bir haktır. Adli hata ise, bir kişinin kesin bir kararla cezai bir suçtan mahkum edilmesi ve sonradan bir delilin kesinlikle yanlış bir adalet uygulaması olduğunu göstermesi durumunu ifade eder.
Türkiye’de yaşam hakkı Anayasa m. 17/1, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) m.2 ve BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (MSHS) m.6 ile güvence altına alınmıştır. İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında belirtildiği üzere, AİHS’ne taraf devletler ‘yalnızca yaşama son vermekten kaçınmakla yükümlü olmayıp, aynı zamanda kendi yargı yetkileri içerisindeki kişilerin yaşamlarını korumaya yönelik uygun adımlar atmalıdır’ (Osman/Birleşik Krallık).
Ölüm cezasının barış zamanında (6 no’lu Protokol) ve her koşulda (13 no’lu Protokol) kaldırılmasını öngören iki Ek Protokol Türkiye tarafından da onaylanmıştır. Bu bağlamda, 2002’de yapılan Anayasa değişikliğiyle ‘Savaş ve çok yakın savaş tehdidi hâllerinde işlenmiş suçlar için öngörülen idam cezaları hariç olmak üzere, diğer suçlar için öngörülen idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülmüştür’. 2004 yılında ise idam cezası ve buna ilişkin tüm ifadeler Anayasadan çıkartılmış, m. 38/10 gereğince ‘ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez’ hükmü getirilmiştir.
Mutlak ve temel bir hak
Uluslararası düzeyde MSHS’nin yanı sıra, Ek 2. İhtiyari Protokol ölüm cezasının tamamen kaldırılmasını öngörmektedir. Türkiye’nin 2005 yılında taraf olduğu bu Protokolün m.1/1’i uyarınca ‘Taraf bir devletin egemenlik alanında bulunan hiç kimse idam edilemez’. Ayrıca, taraf ülkeler ölüm cezasına yeniden yer verilmemesi için gerekli tüm önlemleri almakla yükümlüdürler.
Türkiye ayrıca, BM Genel Kurulu tarafından 2014’te kabul edilen ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin karara (69/186) ortak sunucu olması, bu konudaki duruşunu ortaya koymuştur. Yine ülkemizin Uluslararası Ölüm Cezasına Karşı Komisyonu’na (International Commission Against Death Penalty) üye olması da bu anlamda kararlılığını göstermektedir.
AİHS m. 15 uyarınca, taraf devletler ‘savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, Sözleşme’de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir’. Ancak AİHS m.15/2, ‘bu hükmün meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında 2., 3., 4. ve 7. Maddelerine aykırı tedbirleri kapsamadığını açıkça belirtmiştir. Dolayısıyla yaşam hakkı, mutlak bir haktır.
Ceza geçmişe dönük yürümez
Ölüm cezasının, cezanın temel amaçları açısından değerlendirildiğinde, ıslah etme unsurunu taşımadığı görülmektedir. Caydırıcılık özelliği göz önünde bulundurulduğunda, ölüm cezasının kaldırılması suç oranını arttırmadığı, tekrar yürürlüğe konulmasının da suç oranını azaltmadığı gözlemlenmiştir (İngiltere Kraliyet Komisyonu Raporu, 1953).
Ölüm cezasına çarptırılmış bir kişinin çekeceği cezanın ciddi niteliği ve geri dönülmez doğası dikkate alınmalıdır. Bölünebilir olmadığından dolayı, fiilin ağırlığı ve suçlunun sorumluluk derecesine göre uyarlanması da mümkün değildir.
Ölüm cezasının telafisi olmadığından, adli hata ayrı bir anlam kazanmaktadır. İdam cezasının en sık infaz edildiği ülkelerden ABD’de Ulusal Bilimler Akademisi tarafından 2014’te yayınlanan çalışmada ölüme mahkum edilen 25 kişiden en az birinin masum olduğu istatistiksel olarak kanıtlanmıştır. Dolayısıyla ölüm cezalarında, Anayasa m. 38/4 ile AİHS m.6/2 de güvence altına alınan masumiyet karinesi ile sanığın şüpheden faydalanması prensibi daha da önem kazanmaktadır.
Yine Anayasa m. 15/2 ve m. 38/1 ile AİHS m. 7 belirtilen kanunilik ilkesi uyarınca ‘suç ve cezalar geçmişe yürütülemez’ ve ‘Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez’.
Hukuk sistemimizde ölüm cezasına yeniden yer verilebilmesi için, hem iç hukukta yeni bir düzenleme yapılması, hem de taraf olduğumuz milletler arası anlaşmaların fes edilmesi anlamına gelmektedir. Ancak, sorulması gereken soru ölüm cezasının nasıl geri getirileceğinden ziyade “neden” olmalıdır.
Son yıllarda Türkiye’de insan hakları alanında kaydedilen önemli ilerlemeler (Kişisel Verilerin Korunması Kanunu, Kamu Denetçiliği Kurumu, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı) sayesinde uluslararası kamuoyu nezdinde örnek bir ülke haline gelmiş olmamızın yanı sıra, anayasal güvence altına alınan yaşam hakkının, herhangi bir uluslararası sorumluluktan bağımsız şekilde, insanların en temel ve mutlak bir hakkı olduğu unutulmamalıdır.
Yrd. Doç. Dr. Begüm Bulak Uygun
Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra bir yıl Cambridge Üniversitesi’nde çalışmalar yaptı. 2006-2007 döneminde Bruges ve Avrupa Koleji’nde yüksek lisansını tamamladı. Cenevre Hukuk Fakültesi’nde ifade özgürlüğü konusunda doktora tezini verdi. Halen Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde görevli olan Yrd. Doç. Dr. Begüm Bulak Uygun, Cenevre Üniversitesi’nde yüksek lisans düzeyinde “Kriminoloji” dersleri ve Cenevre Polis Akademisi’nde “İnsan Hakları” dersleri vermektedir. Avrupa Hukuk Fakülteleri Birliği (ELFA) yönetim kurulu üyesidir.