Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sanayileşme ve daha sonra yaşanan siyasi ve sosyal gelişmeler insanı giderek yalnızlaştırmış, bunun sonucu olarak maddeci bir anlayış giderek güç kazanmıştır. Hatta materyalistler maddenin tek ve esas gerçek olduğu fikrini kabul etmişlerdir. Bu görüşü benimseyenler bilgi ve düşüncenin maddeden doğduğunu ve hatta bilincin maddi olmayan kavramlarla temellendirilmesinin mümkün olmadığını iddia etmektedirler. Daha açık ifade ile toplumsal ilişkiler, üretim ilişkileri, doğal çevre ve teknolojinin gelişmişliğini maddi etkilerin belirlediğini ifade etmektedirler.

Haberin Devamı

Oysaki, yarım asır üniformalı, on yılı aşkın da sivil olarak yaşadığım bu toplumda, edindiğim tecrübeler, materyalist dünya görüşünün içinde yaşadığımız toplum değerleri ile bağdaşmadığını gördüm. Hatta son iki asırlık tarihi ve toplumsal gerçeklerle de bu anlayışın itibar görmediğini biliyoruz.

Benim bu konu ile ilgilenmemin sebebi Mehmet Akif Ersoy ile ilgili bir senfonik şiir (ağıt veya mersiye) yazmamdır. Yüzyıl önce yaşanan dini ve ahlaki sorunları ve çürümüşlüğü veciz bir şekilde ifade eden Akif’in, adeta bugün yaşadığımız sorunları mükemmel bir şekilde tahlil ettiğini,“Safahat” isimli manzum eserin gördüm.

Akif yüzyıl önce, bütün İslam dünyasının yüzlerce yıldır bir türlü kendi kendine itiraf edemediği, bir türlü yüzleşemediği çıplak gerçeklerle; korkularla yüzleşmiş ve doğru İslam anlayışını mükemmel bir şekilde yaşamış ve anlatmıştır.

Mahalle Kahvesinde “Dilenci şekline girmiş bu sinsi caniler / Bu gündüzün bile yol vermeyen haramiler”dizeleri ile toplumsal ve ahlaki çöküntüyü çok veciz bir şekilde ifade etmiştir. Süleymaniye Kürsüsünde; “Müslüman mülkünü her yerde felaket vurdu. / Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yurdu” diyerek vatan ve din konusundaki hassasiyetlerini ifade etmiştir.

Derin bir cehalet

1. Dünya Harbi sırasında Almanlara karşı savaşmak için İngiliz ve Fransız sömürgelerinden getirilen Müslüman askerlerinin, savaşmamalarını anlatıp ve onları etkilemek için Mehmet Akif Almanya’da inşa edilen bir camiye götürülür. Esirlere coşkulu konuşmalar yapar ve yanındaki Şey Salih Tunusi’ye şunları söyler:

Haberin Devamı

“Bakın eğer bu kadar derin ve müzmin bir cehalet olmasa, bu cahil insanlar kendilerine anlatılan bu masallara itibar ederler mi? En büyük derdimiz cahil olmak. Bütün İslam âleminin başlıca derdi bu afet. Onu yenmedikçe hiçbir ciddi ve şerefli netice elde edilmez. Bence İslam büyüklerinin yapacağı tek şey, birer medeniyet ve irfan mücahidi hüviyeti içinde diyar diyar gezmek ve anlatmak... İngiliz misyonerleri, Fransız cizvitleri gibi... Balkanlar’da Slavları ayaklandıran yine Ortodoks kilisesi papazları değil midir? Onlara kızmıyorum, imreniyorum.”.

Daha sonra sınır bölgesine giden Mehmet Akif megafonda Arapçanın farklı lehçelerinde yaptığı konuşmalardan etkilenen Müslümanlar, savaşmadan teslim olmaya başlamışlardır.

Ahlaklı toplum olmak

Bütün bu açıklamalardan sonra aşağıdaki değerlendirmeler yapmak istiyorum. Bugün, özellikle sosyal hayatta hoşgörü, sevgi, saygı, vefasızlık ve merhamet gibi değerlerin yozlaştığını görüyoruz. Sosyal hayatın en önemli unsuru olan, dinin özünü anlamak ve yaşamanın, yozlaşmaya karşı önemli bir duruş olacağını düşünüyorum. Bu nedenle ahlak ve inanç değerleri itibariyle sorunlar yaşayan toplumları büyük tehlikeler beklemektedir. Bireysel özgürleşme adına çıkarcılık, ilkesizlik, sorumsuzluk bir toplumun sosyal yapısını sarsacak tehditlerdir. Bunun için ahlaklı toplum olmak önemlidir. Çünkü ahlak ortak bir değerdir. Bu nedenle de yeniden merhameti, vicdanı, ahlakı, adaleti savunacak bir topluma şiddetle ihtiyaç vardır.

Haberin Devamı

Dinsel yobazlık, ideolojik körlük, Müslümanlarda akıl tutulmasına yol açmakla kalmamış, toplumu ayrıştıran ve bölen en tehlikeli fitne unsurları olmuştur. Dini istismar konusu ise, başlı başına karmaşık bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Bağnazlık ve körlüğün sebep olduğu akıl tutulması, Müslüman dünyasının asırlardır en önemli sorunların başında gelmektedir. Müslümanlar akıl kılavuzluğundan uzaklaştıkça, dinin hakikatlerini çağın ruhuna uygun olarak anlamak ve yorumlamak gerçeğinden uzaklaşmıştır.

Bazı düşünürlere göre Emevilerden beri bazılarına göre de son birkaç yüzyılda bu hale gelinmiştir. Değerli düşünür ve milli şairimiz Mehmet Akif ve onun gibi düşünenleri anıyor ve arıyoruz. Mehmet Akif’in de birçok kez ifade ettiği gibi, esas itibariyle bütün ilahi dinlerin amacı, hakikati ortaya çıkarmaktır. İslam’ın aydınlattığı dünyaya dönmek için kendimizle ve gizlediğimiz, inkâr ettiğimiz hakikatlerle yüzleşmek zorundayız. Hakikat, bizi akıl tutulmasından ve zihni körlükten kurtaracak tek faktördür. Hakikatle yüzleşmek özgürleşmek demektir.

Kanaatimce bugün dinin sorunu, birçok sorunda olduğu gibi özgür olmamasıdır. İslam dinine, insan hayatına anlam kazandıracak değerleri tekrar gözden geçirmek mecburiyetindeyiz. Özellikle radikal İslam karşısında herkesin üzerinde mümkün olduğu kadar birleşebileceği bir Müslümanlık geliştirmeliyiz. Burada tasavvufun da önemli bir rol oynayacağı din alimleri tarafından ifade edilmektedir. Kuşkusuz her ideoloji, sanat ile desteklendiği ölçüde gelişebilir.

Anadolu’nun mayası

Kanaatimce Anadolu’nun mayası sağlamdır. Merhamet duygusu güçlüdür. Ancak son yıllarda bu duygunun erozyona uğradığını görüyoruz. Çünkü merhamet duygusu insanın egosunu bastırmak, başkaları için var olmak, ötekinin acılarını duymak ile mümkündür.Sorunlarımızı toplumdaki merhamet duygularını güçlendirerek çözebiliriz. Bu konuyu son çıkardığım “Zorlu Yılların Sessiz Tanığı” kitabımda da yazmıştım.

Bu değerlendirmelerden sonra yarım asır içinde bulunduğum Silahlı Kuvvetler’e temas etmek istiyorum. Silahlı Kuvvetler bünyesinde de duygu ve ruhsal eğitimin ve gelişimin yeterince üzerinde durulmadığını gördüm. Onun yarattığı sonuçları da acı şekilde yaşadık. Oysaki tinsel hayatın insan ömründe olduğu gibi Silahlı Kuvvetler’de de önemli bir rol oynadığını gördüm. Bu nedenle Silahlı Kuvvetler’e hitap edecek motivasyon ve liderlik konusunda kitap yazmaya başladım.

Emekli Org. Aytaç Yalman


29 Temmuz 1940’ta İstanbulda doğdu. 1960’ta Kara Harp Okulu’ndan, 1961’de Piyade Okulu’ ndan, 1971’de Kara Harp Akademisi’nden, 1976’da Silahlı Kuvvetler Akademisi’nden mezun oldu. 1986’da Kara Harp Okulu Komutan Yardımcılığı’na, 1987’de 39. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı’na atandı. 1990’da tümgeneral rütbesine yükseldi. 2000’de Jandarma Genel Komutanlığı görevine atandı. 2002’de Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirildi. TSK Üstün Hizmet Madalyası, Üstün Cesaret Madalyası, Altın Şeref Madalyası sahibidir.