Nur Yaycıoğlu
8 Mart kadınlar günü, “özgürlüğümü alacağım” diyen kadınların günüdür. 8 Mart, “dünya kadınlar günü” ya da “uluslararası emekçi kadınlar” günüdür. Birleşmiş milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür. Kadın sorunları ve mücadelesi için değerlendirmeler yapılmaya vesile olacaksa, anlamlıdır.
Emekçi kadınlar
1857 yılında New York kentinde 40 bin dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları istemiyle, bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve ardından çıkan yangında işçilerin barikatı aşamaması sonunda çoğu kadın 129 kişi öldü. 1910 yılında Kopenhag’da, Alman sosyal demokrat partisi önderlerinden Clara Zetkin, ‘İnternational Woman’s day olması önerisini getirdi ve önerisi oy birliğiyle kabul edildi. Türkiye’de ise 1921 yılında, emekçi kadınlar günü olarak kabul edildi ve ancak 1984 yılından itibaren dünya kadınlar günü olarak kutlanmaya başlandı.
Temelinde bu gün, kadınların siyasi ve sosyal bilincinin gelişmesi, ekonomik, sanatsal, bilimsel başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır. Doğal olarak bu özelliklere sahip toplumların bu eylemleri gerçekleştirmesi, ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirlemektedir.
Model alınsınlar
Her yıl, medyadaki kutlama haberleriyle, ancak günün sonunda mı fark edilebiliyor? Sabahlara kadar hastanelerde nöbet tutan kadın doktorlar, hemşireler, fabrikalarda çalışan kadın işçiler ve çalışma yaşamının tüm isimsiz kahramanları neden, bir kez olsun dünya kadınlar gününde bile model alınmıyorlar, uğraşlarıyla örnek gösterilmiyorlar? 8 Mart kadınlar gününü, hastanenin 4 kat altında, -4 B’de, MR ve Tomografi ekranların başında çalışarak kutlayamayan, sağlık personelleriyle konuşuyorum.
8 Mart’ı nasıl algıladıklarını sorunca, içlerinden biri: “Benim kutlamayı düşünmeye bile hakkım yok, çünkü hastalar dışarıda sırada ve şimdiden çekimlerde bir saat rötardayım, gece yarısına kadar buradayım.”
Sosyete güzeli!
İçim burkuluyor, 4 kat bodrum sanki beni daha da dibe çekiyor. Kadın hastalıkları uzmanı arkadaşım da, o gün poliklinikçi ve akşama kadar yüzden fazla hasta bakacak, gece nöbetinde sabaha kadar doğumlara girecek. Gece nöbetinden çıkıp, evinde uyumak yerine, biriken işlerine koşan bir kadın doktora, kadın gününü soruyorum, “Oh yaşasın, çamaşırları makineye koyup, yemek yapacağım ve çocuğumla oynayacağım” diyor.
Medyada ise tüm ilgi, 8 Mart’ın hiç değişmeyen televizyon röportajları, yine artistlerle, şarkıcılarla, moda dünyasının kadınlarıyla, mankenlerle, giyim kuşam satan iş kadınlarıyla, toplumda ‘sosyete güzeli’ olarak anılan geçici isimlerle yapılacak. Önceden hazırlanmış programlar için “çalışan kadınlar” holding patronlarının eşleri ve kızlarından seçilecek. Nede olsa hepsi de (!) kendi eğitimleri ve becerileriyle bu mevkilere gelmiş bulunuyorlar. Böylece, kadın cephesinde hiçbir sorun yokmuş, işler yolundaymış gibi görüntülenecek.
Namus kurtarma
Genel kanıya göre, sadece “Ülkenin bir yerlerinde kadınlar ezilmekte veya kendini ezdirmektedir ama eğitimle ve ekonomik özgürlükle sorunlar çözülebilecektir.(!)” Oysa eğitimli ve ekonomik özgürlüğü olan kadınlar da şiddet makinelerinin arasına sıkışmış olarak öğütülmektedir. Ülkede ortalama her gün bir kadın öldürülmektedir.
Toplum ciddi bir ruhsal hastalığa tutulmuştur. Din çekinceleri ve etnik kaygılar yüzünden örf, adet, töre kanunu gibi kadını sömürmek, genç kızları köleleştirmek için icat edilen kurallar yüzünden ne yöneticiler, ne hukuk, ne de bu konuların uzmanları kadın sorunlarının özüne, köküne inememektedir.
Sorunların MR’ı çekilse de tümöre öldürücü darbe vurulamamaktadır. Aksine, cinayetler bile ‘namus kurtarma’ mazereti adı altında hastalıklı bir normalleştirmeye gitmektedir. Dünyada hangi din kuralı, “kadını öldür” der ki... “Seni istemeyen kızı katledebilirsin” diye bir hoşgörü kanunu mu var bu ülkede?
Yapıcı etkiler
Kadın günü etkinliklerinde bile kadın sorunlarını erkeklerin tartıştığı, ünlü erkeklerin davet edildiği medya programlarında çözümlerin arandığı bir toplumda kadın gününün anlamı, hangi yapıcı etkileri yaratabilir ki?
Bu yıl da çeşitli siyasi partiler, yerel örgütleriyle varoşlardan otobüslere doldurdukları kadınları gezilere götürecekler, önce kadınları yücelterek, kendi politik propagandalarına bilinçlendirme konuşmaları yapacaklar. Yani yol boyunca anneliğin kutsallığını ve kadınların kocalarına bağımlılıklarını, kocalarının da partiye bekledikleri bağlılıklarını perçinleyerek yine de kadın- erkek eşitsizliğini vurgulayacaklar. Şarkılarla, türkülerle birlikte...
Geçen yıllarda olduğu gibi, bu yıl da gelecek yıl da, kadın haftasının etkinliklerine hastanelerde, fabrikalarda tam gün çalışan kadınlar gibi ben de katılamayacağım. Kırsalın tarlalarında, yaşam mücadelesinin çamurlu topraklarındaki kadınlarla da beraber kutlayamayacağım. Kocası çalışmadığı için çocuklarına bakmak için her gün temizliğe giden kadınlar da, bütün gün şiddet gören, yine de görünmez zincirlerle düzene bağlı kadınlar da kutlayamayacak.
Bir çocuğa doğru dürüst bakmaktan acizken, üst üste doğurduğu her yaşatan çocuklarıyla eve kapanan, kafasını kapıdan çıkaramayan kadınlar da, celladından kendini kurtaramadan genç yaşta bıçaklanarak öldürülen binlerce kadın da kutlayamayacak. Üstelik bu coğrafyanın kadınlarına bu acımasız yaşam koşulları din ve ahlak emirleri olarak ölümüne empoze edilirken.
8 Mart, tüm bu engellemelere karşı, “Özgürlüğümü alacağım” diyebilen genç kızların, her yaştan kadının günüdür. Mecliste etnik kökenleri için eşitlik kavgası eden erkeklerin, ne yazık ki, kendi toplumlarındaki kadınlara, eşlerine, kızlarına, tanımadığı eşitlik çelişkisine karşı, “Ben de erkekle eşitim” diyebilecek kadınların günüdür. Bu haksızlıklara, sömürmek için uydurulmuş düzmece törelere, “Artık başkaldırıyorum” diyen çalışkan kadınların günüdür. Aldatan kocasına ve onun dayağına boyun eğmeyen, bir lokma ekmek için kişiliğini çiğnetmeyen ve öz saygısı için savaşan kadınların, onurlu başkaldırısının günüdür.