56 yıl önce tam bugün gibi, bir cuma günü idi. Sabahın çok erken bir saatinde, aksini kulaklarımda hâlâ bütün canlılığı ile muhafaza ettiğim tok bir ses (merhum Alparslan Türkeş’in sesi), radyodan Türk milletine sesleniyordu : “Bugünden itibaren, Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkenin idaresine el koymuştur…”. Sonra, “kardeş kavgasını önleme”, “hareketin hiçbir şahsa ve zümreye karşı olmadığı” gibi, kâh hareketi doğrulayan, kâh teskin edici sebeplerin sıralandığı bir konuşma…
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihinde ilk defa vukua gelen, beklenmedik ve açık açık, Silahlı Kuvvetler’in ülke idaresinde söz sahibi olduğunu hatırlatan bu olay, ne yazık ki, yarım yüzyılı aşan bir zaman içinde, hala zihinlerde, tam anlamı ile bir açıklığa kavuşamamıştır. Bunun pek çok sebebi vardır. İlk ele alınması lazım gelen, -o zamanki deyimi ile “ihtilal” hakkında aleyhte yapılabilecek beyanların, yayınlanacak belge ve yazıların ortalarda dolaşmasını engelleyen ve karşı gelenleri şiddetle cezalandıran “Tedbirler Kanunu”dur.
Önemli değişimler
Bu kanun, kısa zaman sonra, “hiçbir şahsa ve zümreye karşı olmayan” hareketin sorumluları tarafından, “sadece belirli şahıslara ve belirli zümreye karşı” olacak şekilde uygulamaya konmuş ve pek çok insan, nahak yere hapisleri boylamıştır. Bu tutum, şüphesiz, “ihtilal”in esnasında ve sonraki tasarruflarını nisyan kuyusunda çürütmeye matuf idi. İhtilalin hedef aldığı zümreler bile, zaman geçtikçe, olayların cereyan tarzını, beslenen niyetleri, eylemin felsefesini sisli bir perde arkasında bırakmışlar, irtibatları kaybetmişler, anıları birbirine karıştırır hale gelmişlerdir. Duygular ve gerginlikler dumura uğramış, hatta, bazı düşüncelerde de önemli değişimlere şahit olunmuştur. Belki, bu hali normal ve insani karşılamak da kabul edilebilir.
Diğer önemli bir nokta, muhtemelen resmi tutumun genellenmesi yüzünden, ülkemizin 27 Mayıs 1960 öncesi ve sonrasına dair, akademik olarak, çok az araştırma ve tartışma yapılmış olmasıdır. (Bunun sebebi, Üniversite’nin 27 Mayıs öncesindeki Demokrat Parti iktidarına karşıtlığının hâlâ geçmemiş olması mı acaba?) Bu yetersiz sayıdaki çalışmaların büyük bir kısmı, sebepleri belirsiz ön yargılar yüzünden, darbe hareketinin temel felsefesini doğrulayan, çok önemli konuları, bazen bilinçli olarak atlayan veya saklayan bir niteliğe sahiptir. Gerçek yine sisler arkasında, nesnel ve tarafsız bir bakışın kendisini keşfetmesini bekliyor.
Bu dönem hakkındaki görüşlerin önemli bir niteliği de, devrin siyasi mülahazalarından son derece etkilenerek, bilinenlerin ve özellikle ülkenin bu darbe karşısında maruz kaldığı kayıpların son derece dar ve kısır bir çerçeve içinde ele
alınmış olmasıdır.
Özgürlükçü Anayasa
27 Mayıs’ın, “özgürlükçü bir Anayasa” getirdiği için mazur görülebileceğini öne sürenler, Atatürk’ün Millet Meclisi’nin zorla kapatıldığını, Atatürk’ün Anayasası’nın adeta çöpe atıldığını, ülkenin milletin temsili yolu ile idare edilmesi ilkesini bir kenara iterek, kaderimizin ve geleceğimizin, tartışmasız hükümler vaz eden, keyfi tasarruflarının sorumluluğundan sorgulanmayı kabul etmeyen ellere geçtiğini, nedense, bir türlü tartışmazlar. O çeşit bir tartışma için, -hâlâ bugün adil, objektif ve verimli bir zemin yoktur.
Şüphesiz, 27 Mayıs darbesinin faturasını, büyük ölçüde, Demokrat Parti Hükümeti, Demokrat Parti milletvekilleri
ve Demokrat Parti mensupları ödemişlerdir. Bu fiyat, daha sonra utanç ve pişmanlıklar
doğuracak büyük bedellerin
karşılığı olmuştur.
Acaba 27 Mayıs darbesi sadece Demokrat Parti’yi mi vurdu?
Hayır, hayır, hayır !. Bin kere hayır !
27 Mayıs darbesi, evvela Türk Silahlı Kuvvetleri’ne büyük zarar vermiştir.
Askeri hiyerarşinin, rütbe disiplininin adeta buhar olduğu bir dönemde, yüzbaşının önüne kattığı Korgeneral, Amerikan yardımından sağlanan imkanlarla emekli ikramiyesini alarak sessizce köşesine çekiliyordu. Gelenekleri, stratejisi, imkanları alt üst edilen Türk ordusu, acaba ne ölçüde vatan savunması için hizmet edebilecekti? Bu, elbette birileri tarafından arzu edilen ve bazı unsurlarca gerçekleştirilen bir sonuçtu. Emekli subayların kurduğu Emin Su Derneği bile, bu aşağılayıcı muameleye tabi tutulan 7 bin silah arkadaşının mağduriyetini, gereği gibi dile getirememiştir.
Üniversite çöktü
27 Mayıs darbesi, üniversiteye çok zarar vermiştir.
Bir gecede sebepsiz emekliye sevk edilen 147 seçkin yüksek öğretim mensubu (Profesörler, Doçentler, Asistanlar, Rektör ve Dekanlar ) Üniversite’nin adeta çökmesine sebep olmuştur. O dönem, ancak birkaç üniversitesi olan Türkiye’nin bundan ne ölçüde zarardide olduğunu, bugünün şartlarında hayal etmek kolay değildir.
27 Mayıs darbesi, Kürtlere çok zarar vermiştir.
İhtilal ertesi, Sivas’ta oluşturulan kamp, bütün Kürt ileri gelenlerini toplamış, birkaç yıl feci şartlar içinde yaşattığı bu insanları ülkenin her tarafına dağıtmış, kimsenin kendi yerine dönmesine izin vermemiştir. Bugünkü sıkıntıların tohumları, Sivas Kampı’nda ekilmiştir.
En önemlisi, 27 Mayıs darbesi siyasete, siyaset felsefesine, siyasetin kurumlaşmasına çok zarar vermiş, ülke siyasetinde değerli insanların söz sahibi olmasının kapılarını kapamış, Türk ordusunu, vatan savunmasından çekip, siyasetin aktörü haline getirmiştir.
Parçalanmış siyaset
Ondan sonra, gelsin bakalım darbeler… Önce 27 Mayıs… Onun zararlarını gördükten sonra da, “emir / komuta kademelenmesine riayet eden” müdahaleler… Her çeşit dış tesire açık bir ortam… Dışımızdaki iradelerin hayati konularımızı yönlendirmesi… Günümüzde dahi olumsuz sonuçlarını yaşadığımız “kimliğe dayalı siyaset” ! Birlikte, hoşgörü içinde yaşamayı aklına bile getirmeyen, çimentosu tahrip edilmiş
“parçalanmış siyaset” !
Ve nihayet, uluslararası zeminlerde 27 Mayıs: Hazırlan-ması, niyetler, ittifaklarımız, tabi olduğumuz zorlamalar (Bakınız : Barış Gönüllüleri vs.!)
Bu sonuçların sadece tadad edilmesi yetmez! Her bir iddia ve sonuçları, hür ve serbest bir ortamda, fikir adamları, üniversite mensupları, yazarlar, sanatkarlar, medya mensupları vs. tarafından ortaya konulmalı ve özellikle, bugünün gençlerine, yarının ufuklarını aydınlatıcı bir biçimde, anlatılmalıdır.
Ailece uğradığımız mağduriyeti aşarak, 27 Mayıs darbesinin değerlendirilmesi gereğine,
56 yıl sonra böyle bakıyorum.
Mehmet Dülger
(22. dönem Antalya Milletvekili - Yüksek Mimar)
Cenevre Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden sonra, Paris Şehircilik Enstitüsü Şehircilik İhtisası yaptı. DPT Uzmanlığı, Müsteşarlık Müşavirliği, Başbakanlık Başmüşavirliği, Tercüman Gazetesi Genel Müdürlüğü, Galatasaray Eğitim Vakfı Mütevelli Heyeti Üyeliği, Büyük Türkiye Partisi ve Doğru Yol Partisi Kurucu Üyeliği, XXII. Dönem Antalya Milletvekilliği ile TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanlığı yapmıştır. Evli ve 1 çocuk babasıdır.