Yeni koronavirüsün sebep olduğu bu küresel salgın tüm sistemimizi alt üst etti. Dünya çapında sağlığın haricinde ekonomiden tutun da eğitim, günlük yaşantımız, insan ilişkileri, ulaşım, iletişim dâhil hayatımıza dair etkilemediği bir yer neredeyse yok.
Virüsün ACE2 reseptörlerine tutunarak vücuda girdiğini ve çoğalarak hastalık yaptığını biliyoruz. Bu reseptörler solunum yollarının yanı sıra bağırsaklarda da bolca bulunduğu için koronavirüsün bağırsakta çoğalarak hastalık yaptığını ve ortaya çıkardığı başlıca belirtilerin karın ağrısı ve ishal olduğunu biliyoruz. Çoğu zaman bulantı ve kusma da buna eşlik edebiliyor. İshal olan hastaların dışkılarında virüs saptanması nedeniyle bazı bilimsel yayınlar ile diğer bir bulaş yolunun dışkı ve tuvaletler olabileceği de gösterildi. Ben bu yazımda koronavirüsün doğrudan sindirim sistemini etkilemesinin dışında dolaylı yoldan sindirim işlevimize ne gibi etkileri oluyor biraz buna dikkat çekmek istiyorum. Zira bu etki sadece koronavirüse yakalananlarda değil hiç hastalığı
Çin merkezli biyoteknoloji şirketi Sinovac’ın geliştirdiği CoronaVac aşısına 13 Ocak’ta acil kullanım onayı verilmesini takiben ülkemizde aşı uygulamalarına başlandı. Acil kullanım onayı, bulaşıcı hastalıklar kapsamında kabul edilen, halk sağlığını ciddi olarak tehdit eden istisnai durumlarda kullanılacak ve ruhsatlandırmaya esas veriler sağlanıncaya kadar sorumlu kurum tarafından verilen kullanım izni olarak tanımlanır. Tüm dünyayı etkisi altına alan böylesine ölümcül, tehlikeli ve aynı zamanda da kolay yayılım gösteren küresel bir salgın, normalde çok daha uzun süren bu süreci hızlandırmaya tüm ülkeleri mecbur bıraktı.
Bağışıklığımız uyarılıyor
Sinovac’ın geliştirdiği CoronaVac aşısı inaktif bir aşı yani ölü virüs aşısı. Bu aşının içeriğindeki virüs parçalanıp etkisiz hale getirilerek vücudumuza bir zarar vermeden bağışıklığımız uyarılıyor. Yani aşının içinde virüs var ama hastalık yapamaz. Dolayısıyla korkmaya gerek yok. Böylece ölü virüsü bağışıklık sistemimizdeki askerler görüp tanıyacak. Ona
Bu pandemiyle olan savaşımızda bizi koruyan ve aynı zamanda virüsle karşılaştığımızda da onunla savaşan bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmek adına beslenmemize dikkat etmeli, iyi uyumalı, stresi iyi yönetmeli, sigara içmemeli, D vitaminimizin düşmesine izin vermemeliyiz. Tüm bu tedbirlerin yanında bir de kuersetin (quercetin) adındaki antioksidan ve C vitamininin marifetlerine ayrıca değinmek istiyorum. C vitaminini ve enfeksiyonlara karşı faydalarını hepimiz biliyoruz. Ancak bu adı zor telaffuz edilen antioksidanın pek de bilinmeyen faydalarından ve koronavirüsle olan mücadelemizde madalyayı hak eden üstün hizmetlerinden bahsetmek istiyorum. Bu müthiş ikili el ele verip virüsle olan savaşımıza bize yardım için katıldığında birbirlerinden güç alarak daha da güzel sonuçlar çıkarıyorlar. Bu sinerjik etkiyi Türk bilim insanları fark ederek güzel bir çalışma yapmışlar ve bu çalışmanın sonucunda da başarılı bir ürün ortaya çıkmış.
Prof. Önal’ın çalışması
S.B.Ü. Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
Tüm enfeksiyon hastalıklarında olduğu gibi yeni koronavirüsün yaptığı hastalıktan korunmak için bünyemizi sağlıklı tutmanın, bu hastalığı kolay ve rahat bir şekilde atlatmada ne kadar önemli olduğunu gördük.
Bulaşıcı hastalıklara karşı korunmak iki türlü olur
1-Mikrobun bulaşmasını engellemek
Mikrobun bulaşmasıyla oluşan hastalıklarda korunmak öncelikle bu bulaşmayı engellemekle olur. Solunum yolunu ilgilendiren enfeksiyonlar daha çok damlacık yoluyla bulaştığı için bunu önlemeye yönelik maske kullanımı, mesafeyi koruyarak yapılan görüşmeler, mikrobun göz, ağız, burun mukozasından girişini önlemek adına mikropla bulaşma şüphesi olan yere değmiş elleri sabunla yıkamadan ya da kolonya ile dezenfekte etmeden yüze götürmemek en çok dikkat edilmesi gereken hareketler arasındadır. Biz de bunları koronavirüsü önlemek için maske, mesafe, temizlik olarak Alexandre Dumas’ın ünlü eserindeki üç silahşörler gibi ezberledik. Kalabalık yerlerde bulunmamak, birden fazla kişi aynı odada bulunuyorsa odayı sık sık
Tıpta anksiyete olarak adlandırdığımız kaygı bozukluğu her insanın hayatı boyunca değişik derecelerde karşısına çıkabilir. Gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı uyanık durmak açısından da aslında faydalı bir tepkidir. Ama tabi dozunda olmak kaydıyla. Bu kaygı bozukluğu uzun sürdüğünde, kişinin günlük yaşantısını, olaylara tepkisini, hareketlerini olumsuz yönde etkilemeye başladığında önemli bir sorun halini almış demektir. Burada endişeye sebep olan faktörden çok bu faktörün ortaya çıkardığı endişe sorun yaratmaya başlar. Kişinin uykuları bozulur, çarpıntı, nefes darlığı, huzursuzluk, sinirlilik ve panik hali ortaya çıkar. Bu durumu organik bir hastalıkmış gibi algılar ve öyle de davranır. En sık da sorunun kalbiyle ilgili olduğuna inanarak ölüm korkusuyla beraber biz kardiyologlara müracaat eder. Olay panik atağa doğru gittiyse baş etmek daha da zorlaşır.
Kimlerde daha çok görülüyor
Genetik olarak ailede anne babada kaygı bozukluğu varsa çocukta da olma riski yüksektir. Özellikle yetiştiği ortam, çevre, eğitim ve
Yeni yıl sadece bir tarih değişikliği değildir, bazen yeni kararlar alma zamanıdır. Bir işe başlama ya da sonlandırma zamanıdır. Yeni gelen yılın iyi geçmesi, hayırlı uğurlu gelmesi için hep iyi ve güzel dileklerde bulunuruz. Geçen yılın muhasebesi yapılır. Getirip götürdükleri hesaplanır. Bugün dünya üzerinde kime sorarsanız sorun 2020 hakkında hiç de iyi düşüncelere sahip değil. Malum yeni koronavirüs yüzünden hepimiz hiç de istemediğimiz şekillerde etkilendik. Hayatımız değişti. Alışkanlıklarımız değişti. Hem de istemeyeceğimiz şekillerde. Özgürlüğümüz kısıtlandı. Sevdiklerimiz, etrafımızda yaşayanlar, tanıdıklarımız, tanımadıklarımız hasta oldu, hayatlarını bu virüs yüzünden kaybetti. Geçen yılı şöyle ya da böyle geçirdik. Bu hastalık yüzünden 2020 hepimizde kötü bir etki bıraktı. Aman gitsin de bu dertler bitsin diyoruz. Ama bir yandan da bu etkilerin geçen yılın kabahati olmadığını hatta bitmesiyle de gitmeyeceğini de biliyoruz. Bilmemiz gereken bir diğer konu da pandeminin yarattığı
Koronavirüslerden daha önce bahsederken onların doğası gereği mutasyona uğradıklarından da sık sık bahsetmiştik. Virüs varlığını devam ettirmek için ve ortama uyumunu sağlamak için kolayca kendini ve birtakım özelliklerini değiştirir. Ne gariptir ki beyni yok ama bunu bir iç güdü ile inanılmaz bir yapay zekâ gibi yapıyor. Aslında salgının başından beri ufak ufak mutasyon geçiren virüs anladı ki aşılar geldi ve neredeyse ilaç da bulunuyor. Baktı ki pabuç pahalı hemen var gücüyle daha etkili bir mutasyona geçti. Bu seferki mutasyonu da yaşamak için muhtaç olduğu insanın hücrelerine tutunduğu kollarında yaptı. Bu kollar ona meşhur korona yani taç ismini veren dikenleri oluyor. Bu sayede kolayca tutunup sonuçta da kolayca yayılacak. Dünyayı alarma geçiren yeni mutasyonun virüsün yayılma gücünü arttırdığı korkusu da bu yüzden. İngiltere’de fark edilen bu mutasyonun ilk örneği eylül ayında görüldü ve SARS-CoV-2 VUI 202012/01 (Variant Under Investigation, year 2020, month 12, variant
Her fırsatta bağışıklığı yükselten sebeplerden bahsediyoruz. Var olan bağışıklığımızı nasıl daha iyi yapabiliriz, nasıl daha güçlü, daha yüksek hale getiririz bunları konuşuyoruz. Bu tıpkı nasıl daha çok para kazanırız. Hatta kolay yoldan, oturduğumuz yerden nasıl kazanç elde ederiz diye düşünmeye benziyor. Halbuki önce elimizdekini tutmayı iyi bilmeliyiz. Bütçemizi, cebimizdeki parayı iyi değerlendirmeliyiz. Yatırımlarımızı doğru bir şekilde yapmalıyız. Har vurup harman savurmamalı, gereksiz harcamalardan kaçınmayı bilmeliyiz. Eğer böyle tutumlu olamazsak istediğimiz kadar çok kazanalım. Haydan gelen huya gider misali sonuçta elde avuçta yine bir şey kalmaz. Bağışıklık da böyle. Biz istediğimiz kadar iyi beslenelim. Bütün vitaminleri alalım. Bir sürü de takviye kullanalım. Dikkat etmezsek bunların hiçbir değeri kalmaz. Gelin şimdi uykusuzluk bağışıklığı nasıl ve neden düşürüyor birlikte bakalım.
Uyku fizyolojik bir ihtiyaçtır
Uyku vücudumuz için, metabolizmamızın doğru bir şekilde çalışması için olmazsa